“Hadi kalk, bayram sabahı uyunmaz “sözleriyle başlardı küçükken her bayramım. Kadınların meşhur bayram temizliği haftası annem için de geçerli olduğundan tüm haftanın yorgunluğu üstünde olan annemi kızdırmaya gelmezdi.
O zamanlar konfeksiyon diye bir sektör olmadığından annem kardeşimle benim bayram elbiselerimizi aylar öncesinden dikmeye başlardı. Elinde hangi kumaş varsa onu kullanırdı garibim. Kloş etekli elbiseler daha sonra sarkmasın diye duvara bir müddet asılırdı. Ben beğenmediğim bir elbiseyi hayatta giymek istemez daha dikilme aşamasında bunu belirtirdim. Çaresiz kadıncağız gelen gidene duvardaki yarı bitmiş elbiseyi gösterir “Allah aşkına şunun nesi var, gül gibi kumaş” diyerek sızlanırdı.
Bayrama birkaç gün kala annemlerin yatak odasından taşan konuşmalara tanık olurdum. “Ama olmaz ki hiçbir bayram çocuklara yeni ayakkabı alamıyoruz” sözleri geçen konuşmalardı bunlar. Annem nasıl oluyordu da babama böyle sesini yükseltiyordu hayret ediyordum. Zaten biraz sonra babamın gür sesinden “Kes artık!” sözcükleri öyle bir çıkardı ki çarptığı kapının sesini bastırırdı. Annemin içine bu konu hâlâ dert olmuştur. Her bayram söyler. “Baban bayramlarda dedenlere para yolladığı için size yeni ayakkabı alamadım, “diye.
Bayram sabahı el öpme seremonisiyle başlardı. Önce biz küçükler anneannemin, annemin, babamın ellerini öperdik. Sonra da annemle babam anneannemin elini öperlerdi. Daha sonra da annem, babamın elini her zamanki gibi. İçim bir tuhaf olurdu. Bir türlü kabul edemezdim bunu. Küçücük isyankâr yüreğin bugünkü hali o zamanlardan belliymiş meğerse. Büyüdükçe annemin el öpmesine engel olmaya çalıştım. Babam vefat edene kadar devam eden bu davranışını annem, “Benim gibi olsaydınız şimdi böyle dul kalmazdınız” diye saçma bir gerekçeye bağlar durur.
Sülâlenin en yaşlısı olan anneannemi ziyaret etmek isteyen akrabalarımız sabahın erken saatinden itibaren gelmeye başlarlardı. Tel kadayıf… Annemin bayram tatlısı. Hiç şaşmazdı. Her bayram, her bayram. O zamanlar tiksinip yemediğim bu tatlı, şimdi çekinerek tadına baktığım tatlı oldu. Uzak illerden gelen akrabalar da olurdu. Soğuk kış bayramlarını hiç sevmezdim. Evin bir odasında yanan sobanın başında oturmak varken “Onu getir Sevgi, bunu getir Sevgi!” ünlemeleriyle Sibirya soğukluğundaki mutfağa gitmek zorunda kalmak gücüme giderdi. Bayramın son günü artık misafir akını azaldığından akraba ziyareti sırası annemle babama gelirdi. Ben hiç onlarla gitmek istemezdim. Kaç gündür zorla giydirilmiş bayramlığımla zaten gelen misafirlere rezil oldum, bari başkaları görmesin diye düşünürdüm hep.
Bayramlar yıllar içinde böyle devrildi gitti. Ülkem ne bayramlar gördü. Bayram demek gencecik asılan oğulların, terör kurbanı evlatların, maden ocağı şehidi babaların, kocaların, mezarını ziyaret etmek oldu bazılarımıza. Bazıları da hiç uğramadı bile anasına babasına; ver elini tatil oldu onların bayramı. Bekleyenlerin kapılarda, pencerelerde kaldı gözleri. Benim hayatımda ise çocukluğumdaki sevmediğim bayram tantanası önce kimin ailesine gidilecek sıkıntısında devam etti durdu.
Sonra parasızlık iyice avucuna aldı bizi. Artık bayramlarda götüreceğimiz iki kutu çikolata bile boşuna yapılacak masraf listesinde yer aldı. Hele yeğenlere verilecek bayram harçlığı eşimle aramda hep sorun oldu. Şimdi otuz yaşında olan oğlum “Siz bize hiç bayramlık almadınız,” diye serzenişte bulununca o zamanlar erkek çocuk anlamaz dediğim çocuk ruhunun, erkeği kızı olmadığını geç de olsa anlattı bana.
Şimdi o yıllara bakınca tüm bu paylaştıklarımdan bazılarının aslında ne kadar boş olduğunu görüyorum. Aklımda iki bayramın büyük burukluğu hep yaşar. Biri Ergenekon başlığı altında 2013 yılında bayram öncesi verilen müebbet ve ağır hapis cezaları. Geride kalan eşler, çocuklar. Diğeri ise 2014 yılında Filistin’de yaşananlar. Bombalarla kanatlanıp göğe uçan yüzlerce çocuk. Gözü kaleminde defterinde göğe takılı kalarak. Küçükken bayramlarda benim mızmızlandığım tatlıdan bir çatal yiyemeden, beğenmediğim giysi gibisini giyemeden.
Günümüze gelirsek; işte bir bayram daha geldi. Bu kez bayram Coronalı. Kesinlikle bayram ziyaretlerinin yapılmaması gerekiyor ama salgının en pik olduğu, sokağa çıkma yasağının uygulandığı geçen bayramda bile apartman içi bayramlaşmalar yapıldı. Tatlılar alındı, verildi. Şimdi yasak da yok. Artık yollarda dana kovalayanlar mı ararsınız, kan gövdeyi götürmüş sokaklar mı? Yetkililerin uyarısı bayram ziyaretlerinin yapılmaması ama herkeste bir rehavet var. Düğünler tam gaz devam ediyor. Alınan sözde önlemler komik ötesi. Sanki salgın bitmiş gibi bir hava var tüm ülkede. Maskeler zorla, o da kolda taşınıyor. Artık sıcaktan mı desek, yoksa umursamazlıktan mı desek ne desek bilmem ama bu vurdumduymazlığın acı dönüşünün sonbaharda olmamasını diliyorum hep.
Şimdiki çocuklar, gençler, yaşlandıklarında ‘bizim zamanımızdaki bayramlar’ diyerek konuşmaya başladıklarında Corona’ya önemli yer verecekler. Sevmedikleri bayramlar arasına girecek bu Coronalı bayramlar.
Beni soracak olursanız; Coronalı, Coranasız ben zaten bayramları hiç sevemedim.
|