Ben de onlardan biriyim. O ihanet edenlerden. Etmek zorundaydım. Etmeliydim. Yoksa…
Bazılarının sadece sokakta gezerken hamile karnından dolayı kadını fark ettiği bir ülkede yaşıyoruz. Bense kadın denen cinsiyetin vücudu üzerinde hiç olmazsa eşi kadar hakkı olması gerektiği bir ülke hayalindeyim. Aslında bangır bangır bağırmalıyım. Ne diyorsun sen be! Benim vücudum, benim beynim. Ne istediğime ben karar veririm diye ki; ben öyle yaptım.
Ama on beşinde babası yaşındaki adama adeta satılan (genellikle kuma olarak) bir memleket evladını düşünün. Biri çıkmış her nikahta, düğünde üç az, beş olsun diye devamlı konuşurken o minicik yürek, o körpe beden nasıl karşı çıksın? Bebe makinesi olarak kullanılmaktan nasıl kurtulsun? Düştüğü o girdabın sularına kapılıp gidiyor çaresiz.
Hayır, bir de ihanet olarak zikredilen durum olmasaydı memleketin hali nice olurdu? O körpeciklere kaçar tane doğurtturulurdu? Aslında doğum kontrolü çok önceleri kocakarı yöntemleri ile yapılırmış. Örneğin rahmetli anneannem, kendine göre almış tedbirini, istediği zaman, istediği kadar doğurmuş. Tabii bu arada akla hayale gelmeyen düşük yapma çarelerine başvuran ve bu yüzden ölen kadınlar sayısız. Yani aslında halk, doğum kontrolünü zorla, vatana ihanet olarak, soyumuz kurusun düşüncesinde olanların baskısıyla yapmamış. İsteyerek, çaresizlikten ki bunun içinde geçim sıkıntısı ilk başta tabii, onun için yapmış. Bu arada kürtajı doğum kontrol yöntemi olarak kullanan bir kesimin de oldukça fazla olduğunu biliyorum.
Ben merak ediyorum konuyla ilgili olarak hitap edilen kesim hangisi acaba? Sokakta yalınayak gezen, dilendirilmek zorunda bırakılan, veya dilenen annesinin kucağında sürünen, belediyelerin aşevlerinden yemek gelmese aç kalacak çocukların ve ailelerinin bulunduğu kesim değil herhalde. Tuzu kuru olanlar olsa gerek. Ama onlara bakıyoruz; çocuk sayısı ortalama ikide kalmış. Orta direk tabir edilen kesimse kendi yağıyla kavrulmak çabasında. Hepsi kredi kartına bulaşmış, borcunu diğer kartla ödeyerek günü kurtarmanın derdinde olan bir kesim. E, ne yüzle yok 3 olursa denge, dört olursa bereket, 5 olursa bilmem ne deniyor o zaman… Bir çocuğa üniversite bitirene kadar 80 bin lira harcanması gerektiğinden haberleri var mı?
Bu arada biz demiyoruz ki Çin gibi olalım. 1970’den itibaren uygulanan tek çocuk politikası gibi olsun. “İsteyen istediği kadar çocuk yapmasın” diyoruz. Şartlarına göre çocuk sahibi olsun. Eleştirel yönlerinin çok olduğu Çin politikasının uygulanmasıyla yeni nesildeki fark ortada. Çünkü eğitim başta olmak üzere faydalanma olanakları arttı nüfus kontrol altına alınınca. Yoksa saldım çayıra, Mevla’m kayıra zihniyetiyle doğur gitsin.
Bu arada sen ihanet ettin de ne yaptın derseniz. Dördüncüyü doğurmayarak ettim ihaneti. Protest duruşum ihanetimde bile görüldü böylece. Ne yapayım; çocukları çok seviyorum… Tabii büyüdükçe sorumlulukları, dertleriyle yıpranıyorsunuz. Analık mezara kadar… Öyle atmaya tutmaya gelmiyor. Doğurunca sahip çıkacaksın, elinden geleni yapacaksın. Hatta elinden ne geleceğini doğurmadan tartacaksın ki memlekete hayırlı evlatlar yetiştirebilesin. Doğur baskısıyla doğurduğun çocuk, gidip iki dilim baklava çaldığında yedi seneye mahkum edilmesin. Yetimhanelerde tecavüzlere uğramasın, ıslahevlerine düşmesin. Çalışma şartlarını düzelteceksin ki babasız kalan çocuk “ anne, artık benim babam fıtrat mı olacak?” diye sormasın.
Eğer bütün bunlar Müslüman nüfusun çoğalması adına söyleniyorsa zaten biraz ileride Avrupa’daki Hristiyan sayısı orada yaşayan Türklerin sayesinde belli bir oranda kalacak; üzülmeyin…
|