Seksen santim hadi bilemediniz doksan santimdi. En çok da on beş kilo. Bu yazdıklarım üç yaşında bir erkek çocuğunun normal şartlarda gelişimiyle vücudunun verileri. Ülkesi yıllardır savaş yaşayan bir çocuğun değil tabii ki. Onun için unutun gidin; kiloymuş boymuş. El kadar yavru dünyayı sallamayı başardı. Bakın Avrupa'ya sesini nasıl duyurdu. Bunun için ölmesi gerekiyormuş meğer. Kıyıya vurması gerekiyormuş. Kumlara dönük yüzüyle, başını kuma gömenlerin başlarını çıkartması gerekiyormuş.
Onu kıyıya vuran dalga, av mevsimi başladı; biliyorsun denizinde. Önce insan avıydı... Şimdi balık avı... Daha kısa bir süre önce bizim karasularımıza girerek mülteci dolu bir botu elindeki sivri aletle delen Yunanlıları unutmadık. Çevrede tesadüfen bulunan yürekli, merhametli vatandaşlarımız olmasa onların kaçı hayatta kalabilecekdi? Şimdilerde ise başlanır yakalanacak balıkların kaç santim olacağı talimatlarına. Doğrudur; balıkçılık adına belli santimi aşmış balıklar avlanmalı ki türleri devam etsin de gelecek nesiller balık nedir görebilsin.
Ya insanlık ölçüleri? Aylan Kurdi'nin ve kardeşinin boyutları uygun mu avlanmaya ey vicdansızlar? Büyük paralar alıp sonra çoluk çocuk demeden denizin ortasında sonu belli kadere terk etmek... Ha botu parçalamışsın ha terk etmişsin oracıkta.
Küçücük ıslak bir beden, dünyayı ayağa kaldırdı. Hiçbir liderin yapamadığını yaparak. Ona ölmüş diyebilir miyiz şimdi? Dünya lideri şimdi o minik yürek. Sıcacık yatağından, peluş ayısından zorla ayrıldı ama dünyaya mâl oldu işte.
Bazıları günah çıkarmak için biz elimizden geleni yaptık dese de; gerçek suçlu olduklarının farkındalar. O çocuğu sıcak yatağından soğuk sulara gark ettiklerinin...
Kapılarını mültecilere açanların da iki gün sonra onlara tavırlarını göreceğiz. Daha ülkemizde bile süregelen bir anlayış vardır örneğin. Bulgaristan'dan göç edenler hâlâ Bulgar göçmeni kabul edilir. Bulgar Türkü denememiştir bir türlü. Aynı anlayışla Avrupa ülkelerine sığınanlar hep mülteci kalacaklar. Vaktiyle bizim vatandaşımızın kemiğine iliğine kadar yararlananlar onlara bakalım nasıl davracaklar? Orası Türkiye değil ki; vergiden muaf esnaflık yapsınlar. Her birine nüfus cüzdanı verilsin. Üniversitelere sınavsız girsinler. İçlerinde öğretmen olanlar atamasız hemen öğretmen olsun. Avrupa önce kendi vatandaşını düşünür. Hatta genç olan vatandaşını... Mülteci mültecidir onun gözünde. "Buldun da bunuyorsun!" havası hep olacaktır onlara karşı.
Zaman, ânı kurtarmak zamanı. Şu anda bir dam ve boğazdan geçeçek lokma olması yeter... Zaten tüm politikalar ânı kurtarmak üzerine kurulduğundan bu halde dünya. Koltuklar azıcık sallansa hemen anlık önlemler alınır. Sonu nereye varır diye düşünmeden. Ama bir gün gelir ki bir uçuruma doğru gidildiği anlaşılır. Artık çok geçtir. O zaman da gözü hiçbir şey görmeyenler sınıfına dahil olarak akla hayale gelmeyen "yuh artık!" denen yollara sapılır. Yaptığı yollar bile kurtaramaz kendilerini.
Yol demişken ülkenin doğusunda mahallelerin yolları bile kapalı. Koca kayalarla. Hendekler açılmış. Gündüz gözüyle çatışmalar oluyor. Markete gidecek genç bir kadın öldü. Çocuklar yaralandı. Ölebilirlerdi de. Yarın öbür gün okullar açılacak. Ha, bir de seçim yapılacak. Hep soruyoruz; bunlar nasıl olacak? Doktorlar istifa ediyorlar. Öğretmenler göstermelik nikahlar yapıyorlar oralara gitmemek için. Halk konulan sokağa çıkma yasağına direniyor. Okullar açıldığında bir çocuğun burnu kanarsa... Bir öğretmen kim vurduya giderse... Daha birkaç gün önce bir doktor öldürüldü.
Seçime gelince... Taşımalı seçim falan deniyor. Normal şartlardaki seçimlerde yapılana alavera, dalaveralar taşımalıda hangi boyuta ulaşır acaba? Kim söyleyebilir bu seçimlerin yapılsa bile sonucunun sağlıklı olacağını? Kaç ilde, ilçede yinelenmeyeceğini?
Ülke, yandaş basını okuyanların, yandaş kanalları izleyenlerin ülkesi değil... Yani oradaki tablolar yalan... Onca şehit bir günde defnedilirken "bu tarz benim" diyenler, bakın minicik bir çocuk koskoca bir dünyaya tarzını gösterdi. Yanına peluş ayısını da almak istemişti yavrucak. "Olmaz!" demiş ti kırmızı tişörtünü giydirirken annesi. "Yanımıza ne kadar az şey alırsak o kadar özgürlüğe yaklaşırız." Kırmızı tişört, lacivert şort... Ne diyorsunuz; tarz mı? Ayakkabıları uymuş mu boylu boyunca uzandığı sahile; halkı uyutanlar?
Ya denizin ortasında çocuğunu kurtarmak için mücadele eden kadının açılmış saçını fotoshopla örten zihniyet; sen hiç denize düşmedin anlaşılan... Düş bakalım; neren açılacak da, aldıracak mısın?
Sahi biz neredeyiz?
Kendimizde miyiz?
Aslında Aylan değil sahile cesedi vuran...
Aslında Ayten değil markete gitmek için evden çıkıp vurulan...
Aslında Murat değil görevi başında tuzağa düşürülerek şehit olan...
Biziz...
Hepimiz...
Biz artık biz değiliz...
|