2015-2016 eğitim öğretim yılı başlamadan bir yazımda sormuştum; “Bu şartlarda doğu bölgemizdeki çocuklarımız nasıl okula gidecekler?”diye. Çocuklar, turizm bahane edilerek gecikmeli de olsa açılan okullara her anbombalarla karşı karşıya kalma korkusuyla gittiler bir ara. Meğer onlar iyi günleriymiş. İş çığırından çıkınca da olan yine yavrulara oldu.
Şimdi onlar okulsuz, öğretmensiz. Evleri, okulları binbir delik… Yürekleri ise onlardan kat be kat delik deşik…
İdealist öğretmenlerin koşarak gittikleri görevleri Cumhuriyet tarihinde görülmeyen bir şekilde, SMS ile askıya alındı resmen. Öğretmenler bölgeyi terk etmeli miydi etmemeli miydi konusunda ahkâm kesemeyeceğim. Olaylar hakkında basından takip ettiklerimiz dışında ne kadar bilgimiz var? Biz yaşamıyoruz ki o koşullarda? Bizim başımızda değil ki o felâket. Ne kadar yürekten de hissetsek; acıları çekenler onlar. Empati yapmak çok zor orada yaşananlar için bence. Neden derseniz; yaşayan bilir derler ya, aynen öyle. Azrail’in kapımızı günde kaç kez yokladığını hissettiğimiz günler geçiriyoruz ailece. Bizim yaşadığımızı, yaşayandan başka kim bizim kadar hissedebilir ki çektiğimiz acıyı, ıstırabı, isyanı, çaresizliği anlasın… İşte öyle; o insanlarımızın çektikleri, yaşadıkları için uzaktan ne söylesek boş!
Ama söylenecek çok şey var… Açılım için zamanında göz yumulan hallerin sonucunun bu olacağını bir hükûmet tahmin edememişse, ya da seçim sonuçlarına endeksli kendine göre tavırlar takınmışsa bugün yöre halkınınmağduriyetin tek sorumlusudur. Mağduriyet sözcüğü çok hafif kalır burada tabii ki…
Nice can gidiyor. Plansızlık ve programsızlık uğruna… Çocuklar, kadınlar, günahsız insanlar, askerler, polisler…
Çocuklar anasız, analar evlatsız kalıyor… Şehit cenazelerinin ardı arkası kesilmeyeli kaç zaman oldu anımsayanınız var mı?
Ben bir ana olarak her evladın ölümüyle yüreğimi saran yangını tarif edemem. Ya çocuklarımız? Öyle ya da böyle, o taraftan gelen bomba, bu taraftan gelen ateş… Öldürülüyorlar! Minicik yürekleri, hırsların kurbanı olan yavrularımız…
O yörelerde şartlar gereği oluşan eğitimdeki kalite düşüklüğünü az çok biliyoruz. Yurt dışında okul yaptıranların gözlerinin kör olduğu okulları da… Kapısız, bacasız, odunsuz, kömürsüz… Ya çocuklarımız… Ayaklarında terlikle karda okula gidenleri. Üzerlerinde bir hırka ile… Zaten vurmuşsunuz darbeyi;dönemin ortasında bir de öğretmenlerini ellerinden almak ne demek… Hayır, bir de üç çocuk az, beş olsun muhabbeti bu şartlarda hâlâ nasıl yapılabiliyor; insanın aklı almıyor doğrusu.
Efendim o çocuklar öyle kalmayacaklarmış… Sömestr tatilinde, yazın eğitimleri tamamlanacakmış. Ben bir ev kadını olarak elimdeki verilere bakarak evimin nasıl bir geleceği olacağını, aile bireylerinin içinde bulunduğumuz hallerden ileriye dönük durumlarını tahmin edebildiğime göre bir hükûmet deülkesinde olan bitenin nerelere uzanacağını görmelidir. Görmek zorundadır. Ve bunun önlemini önceden almak zorunda…
Eğitim yılının ortasında çocukları bomba, tank, hendek, açlık, kavga kıyamet, ölüm, ev konumundan çıkmış mekânlarda hapis hayatı, elektrik kesintisi sarmalında bırakmak… Ölümleri gözüne gözüne sokmak… Daha sonra yapılacak hangi eğitim çocukların bugünkü hallerini onlara unutturabilir? Onlar bugünleri ölene dek unutmayacaklar; işte bundan eminim. Bu çocuklara olan borç, hiçbir şekilde ve zamanda ödenemez… Eğitim öğretim sadece bilgileri birebir vermekle olmuyor… Onların içinde öyle çok ögeler var ki… Ve o ögelerin mimarları öğretmenler…
Yani diyorum ki bu yapılacak operasyonlar öncesi çocuklarımız için önlem alınıp yerleştirilebilirlerdi eğitim kurumlarına. Her ne kadar gözleri arkada kalsa da görmezlerdi bu rezillikleri… Aileler de her an başlarına gelecek evlat acısı korkusuyla yaşamazlardı.
Evet,Azrail elinden alınan can alma görevine şaşkınlıkla bakıyor oralarda. Kol geziyor her an her yerde ölüm. Genç, yaşlı demiyor. Yaşlıyım bana bir şey yapmazlar diyen dedenin cansız bedeni sokak ortasında, bir fidanın körpe bedeni buzdolabında günlerce bekleyebiliyor.
E, ne yapacağız? Teröre elimiz kolumuz bağlı mı kalacağız diyenler, 7 Haziran seçimlerini beğenmeyip zoraki seçim tekrarı yaptırarak tekrar başa geldikleri gibibunun hakkını da vermeliler. Bunu yaparken de kurunun yanında yaş yanmamalı. Geldim, vurdum, gittim taktiğini irdelemek zorundalar artık. Sadece o evlerde gördüğümüz sayısız delikler bile bize bu tutumlarının ne kadar yanlış olduğunu gösteriyor. Diğer tarafın yaptıklarından söz etmek bile istemiyorum. Onlar kendi insanlarını düşünmeyecek kadar düşüncesiz davranıyorlar. İki taraf da aynı taktiği uyguluyor aslında. Ortaya bir şey çıksın da yansın, yıkılsın umurlarında değil. Kalan sağlar bizimdir zihniyetlileri ülkesi olduk vesselam…
Boşanan ailelerin çocuklarının çoğunun yaşadığının toplumsal yönünü yaşıyor o çocuklar. İki taraftan da ilgi göremiyorlar. Taraflar kendi hırsları, kinleri uğruna onları heba ediyorlar.
Yazıktır, günahtır! Onlar bizim ülkemizin geleceği. İki taraf da onlara birer eşya olarak bakıp yerlerine yenileri konulur diye düşünüyorlar sanırım. Yirmi yedi yaşından sonra evleneceklere verilmeyecek çeyiz hesabına devlet katkısı uygulaması, evlenme yaşının geriye çekilmesini ve doğumların artmasını hedefleyen taktikten başka nedir?
Ama veriler, her yeni çocuğun 4.583 TL borçla doğduğunu, sadece 0-4 yaş arası 6.3 milyon çocuğun sırtında 28.8 milyar TL borçla yaşadığını söylüyor.
Söylesin varsın değil mi?
Ceyda Sevgi Ünal
|