Yeni bir yıla giriyoruz. 2016’ya… Hoş geldin bile diyemeyeceğim bir yıl…
Aslında bir günün ardından gelen bir günden başka nedir yeni bir yıla girme dediğimiz şey. Bir bakıyorsunuz bir hafta geçmiş, bir bakıyorsunuz bir ay, birkaç ay derken tekrar yeni bir yıla girmektesiniz. Nasıl geçiyor zaman anlamıyor insan. Aklımızda kalan, önemli günler… Acı, tatlı… Ama önemli ki hafızalarda yerini alıyor ölene dek.
Kırk gündür yaşadığım özel durumdan dolayı haftada bir çıkıyorum sokağa. Gördüm ki her aralık ayında olduğu gibi vitrinler renkli. Özellikle kırmızı vurmuş damgasını bu senenin sonuna. Deniz otobüsüne yetişmek için koştururken gözüme gözüme de vurdular. Geçen sene sonu da belki böyle kıpkırmızıydı; dikkat etmemişim. Ama ışıklar aynı… Pırılpırıl her yer. Utanmasa içi coşacak insanın. Hatta coşmak için bahane etmek istiyor ışıkları…
Hiçbir şey coşturmuyor ama… Kendi özel hayatım bir yana, aklım Doğu’da… Ev denebilirse artık; evet, o evlerde aklım. O çocuklarda… Dün mutfak evyesinde son anda fark ettiğim için ölümüne sebep olduğum Kulağakaçan dediğimiz parlak böcek için yanan canım, dört aylık bebek için nasıl yanmaz? Bu kadar zulmün içinde yaşayan çocuklarda, bebeklerde nasıl kalmaz aklım?
İnadım inat diyenler… İki taraf için de dönüşün olmayacağı belli. Çok canlar gidecek, çok bebeler ölecek daha…
Felâket tellalı mısın diye eleştirmeyin beni. Birçok site geziyorum internette, birçok da sosyal medya sayfası… Gezdikçe de bunalıyorum. Bu muydu terörle mücadele etmenin çaresi diye? Bu mudur haklara sahip çıkmanın yolu diye? Bu nasıl bir kindir? Okullardaki kara tahtaların bile bu kine alet edilmesine hayret ediyor insan. Diğer yandan kurulan silahlı örgütlerinvideolarında izlediğimiz tavırlarının da diğerlerinden farkı yok! Haberlerde gördüklerimizin ötesi var tabii buralarda. İzledikçe çok canı sıkılıp çok canı yanıyor insanın vatanı adına, vatandaşları adına. Her iki tarafın videolarına, yazdıklarına, yorumlarına tanık oldukça bir zamanlar çözüm süreci başlığı taşıyan bu ilişkinin artık arapsaçına döndüğüne iyice inanıyorum. Şehirler yerle bir edilse ne olacak? Bu mudur çözüm? Bir savaş var ve bu savaşın galibi belli gibi duruyorsa da göründüğü gibi değil olay… Hem de hiç değil… Yani oraya girdim de o üniversiteye de girerim kıyası yapacak kadar basit değil hiçbir şey…
Korkudan sütü kesilen bir ana, sokağa çıkıp bebesine mama alamayan bir baba… Beyaz bayrak altında vurulan bebeler, dedeler… Tablo ağırlaştıkça ağırlaşıyor… Şehirlerini terk edenler… Zorunlu göç… Kime soru sorsunlar bu insanlar? Hendeğin bu tarafına mı, öteki tarafına mı? Kimden hesap sorsunlar?
Babam bir ayı geçkin süredir yatalak gibi. Onu terk edip gidebileceğimi aklımdan bile geçiremem. Ama bunu yapmak zorunda bırakılanlar var o şehirlerde. Kendimi o insanların yerine koyduğumu düşünemiyorum bile. Bebekleri açlıktan ölmesin diye insanlara yatalak annesini, babasını bırakıp gitme tercihini yaptıranlara yazıklar olsun! Bu durumlara sebep olanlar hangi taraftan olursa olsunlar insan değiller!
Evet, bu bir savaş ve Nazım Hikmet’in dediği gibi “Savaş, korku ve sefaletten başka bir şey veremez. Yakar, yıkar, öldürür, yok eder.”
Yok eder! Şehirleri, insanları… Ya kalanlar… Bunları birebir yaşayanlar. En körpe gözlerle tanık olanlar… Onlar ne olacaklar? Unutabilirler mi? Yüreklerine atılan tohumlar ne filizler verir de dallanıp budaklanır ömürleri boyunca… Babasının yolunu bekleyen yavrular, nişanlısının, eşinin haberini alamayan sevdalılar, uykusuz gecelerinin emeği delikanlısının bir telefon etmesine hasret analar… Ve uğradıkları hüsranın tabutlarla birleşmesi… Ya onların yürekleri…
Hangi tarafa dönsem de bağırsam avaz avaz!
Yürek dediğin kimde kalmış artık? Klasik yeni yıl kutlamaları vardır ya; bu sene de yinelenecektir mutlaka. Sağlık, mutluluk, başarı dileyen… Bence önce herkese yürek dilemeli… Ama o sakatatçıların vitrinlerinde sallanan koyun yüreği gibi olanlardan değil tabii ki. Bir insanda yürek denen şey, gerçekten işlevini insani boyutlarda yapmayı sürdürebiliyorsa ne mutlu ona!
Yoksa bir çay muhabbetidir alır başını gider arkadaş… Çaya yüklenen “Kaçak” sıfatı da her iki tarafın süreğen sıfatıdır bence. Bir tarafta bomba, toma, kalaşnikof öbür yanda partilerinin, hükûmetin ardına saklanmış kaçak dövüş… Zaten en baştan beri böyle değil miydi ilişkileri iki tarafın da? Aynen devam ediyor.
Ve biz Batı’da yaşayanlar… Doğu’daki çocukların, gençlerin kınadıkları bizler… Troçki’nin sözleri ne kadar doğru: “Savaşla ilgilenmiyor olabilirsiniz ama savaş sizinle ilgileniyor.”
Evet, biz yılbaşı arifesi vitrinlerdeki kırmızı furyasıyla ilgilenirken, Doğu’yu kırmızıya boyayan savaşın şimdiye dek götürdüklerinin yanında milletçe yeni yılda,yakın ve uzak gelecekte bizden neler alıp götüreceğinin farkına varmalıyız artık. En başta da hasbelkader davranarak oy verdiklerimiz, bunun farkına varmalılar tabii ki. Tarihin soracağı hesabı dikkate alarak hiç olmazsa.
Beyaz bayrağın bile işlevini yapamadığı, yaptırılmadığıbir savaş var ülkemizde… Aynı zamanda evlerini terk edenlerin ardından o evlerde tuzaklanan bomba düzenekleriyle yapılanbir savaş…
Böyle acımasız bir karmaşa içinde elim kolum bağlı öylece otururken nasıl hoş geldin diyeyim 2016’ya şimdi ben?
Ceyda Sevgi Ünal
|