Haberi okuduğumda irkildim şöyle bir. Kınadığımız Güney Koreliler, Çinliler geldi aklıma bir an. Zevk için köpekleri kesip yiyenler… İnternette on sekiz yaş üstünün seyredebileceği uyarılı videolar var. İçim elverip seyredemedim tabii bu caniliği.
Ya Suriye’dekiler… Onlar da kedi, köpek yemeye başlamışlar çoktan. Ağaçlar, yapraklar bitmiş. Kalıntılara şehir denebilecekse eğer çoğu şehir kuşatma altında. Giriş çıkışlar yasak. Tüm gıdalar tükenmiş. Hangi tarafın kuşatması altında olurlarsa olsun bu insanlar 21. yüzyılda açlıktan ölüyorlar. Bir kilo şekerin 120 Dolar olduğu bu ülkede sağ kalınabilmesi için kedi, köpek yiyebilirsin fetvası veriliyor. Hoş, fetva verilmese de yiyecekler tabii ki. Çocuklar ve yaşlılar birer birer ölürken öylece durup bakamayacaklar herhalde.
Asla! Ölsem yemem deriz şimdi biz; değil mi? Hele en sevdiğim hayvanlardan olan kedileri düşününce özellikle de kedim Trafo ile kendimi… Gün içinde acıktığımızda yiyeceklere adeta saldırır hallerimiz, o aç, susuz, elektriksiz bir ortamda yaşayan(!) insanlar aklıma düşünce ne kadar ilkel geliyor gözüme. Doymak bilmeyiz bir türlü… Hele oruçluyken kurulan sofralar… O sofraların gösterişleri…
Filmlere konu olan, And Dağları’nda 1972 yılındaki uçak kazasından hayatta kalanların yetmiş iki günkaza yerinde nasıl canlı kalabildiklerini hepimiz biliyoruz. Ölen arkadaşlarını yiyerek… Nasıl yaptınız böyle bir şeyi sorusuna ise yanıtları: “Ölüm karşısında imkânsız olduğunu sandığınız şeyleri de yaparsınız.” olmuştu.
Evet, o dereceye gelinmemiş olsun demek ki… Her şey yapılabiliyor. Onun için de “asla” ile başlayan tümceler kurarken dikkat etmeliyiz.
O insanlar, insanlıktan çıkmış durumdalar artık. Analar, bir deri bir kemik kalmış, kendinden geçmiş çocuklarının başında çığlık çığlığa dövünüyorlar. Yeniyor denilen kedilerinfotoğraflarını gördüm; kediler de kedilikten çıkmış vaziyette. Onları da savaş vurmuş. İnsanlar gibi onlar da bir deri bir kemik kalmış topallayarak geziyor çoğu. Ve tabii yakalanıp öldürülmeleri, pişirilmeleri…
Sadece ihtiraslar uğruna masum insanların düştüğü durum bu… O insanların hepsinin işleri, güçleri vardı. Evlerinde tencereleri kaynıyordu. Anneler, babalar, çocuklar, akrabalar günlük hay huy içinde yaşayıp gidiyorlardı. Şimdi bizim dert ettiğimiz şeyleri de dert ediyorlardı kendilerine eminim. İçlerinde geçim sıkıntısı çekenler de vardı mutlaka. Ama böylesi bir hayatı yaşayacakları hiç akıllarına gelmemiştir. İsteseler de istemeseler de ülkelerinin kaosa sürüklenmesiyle gelişen olayların kurbanları olan halk onlar…
Kaçanlar kurtuldular… İki Suriyeli kadınla konuşmuştum bir gün bir hastanede. Suriye’de okula giden çocuklarının şimdi birer hazır giyim atölyesinde çalıştıklarını söylediler. Ailede beş kişi çalıştığı halde kiralarını bile zor ödeyip anca geçinebiliyorlarmış. Yine de hallerinden memnunlardı. Bir gece yarısı evlerinden ayrılıp her an yakalanmak korkusuyla yolculuk yapmalarını ve sınıra ulaşıp ülkemize sığındıklarını anlatırken sanki gerçekten o saatleri yaşıyor gibiydiler.
Suriyelilere sağlanan olanakların bazen kendi vatandaşlarımıza sağlananları aşmasına çoğumuz karşı çıktık. Ben de onlardanım aslında. Yanlış dış politikanın sonuçlarına isyan etmemle ilgili tabii ki bu tutumum. Yoksa insancıl yönü değil. Buna rağmen ölümü göze alıp şişme botlarla ülkemizi terk etmek isteyenlerin bunu neden yaptıklarını anlamak için onların yerinde olmak gerekmiyor mu? Bile bile ölüme gitmekle eşdeğer rahatsızlıkları oldukları ortada. Yoksa özgürlük nasıl ölüme gebe bırakılabilir? Gideceklerini varsaydıkları ülkelere nasıl güveniyorlar? Yanıtlamamız olanaksız bizim bu soruları. Sokakta kalan, dilenen, ırkçılık ve nefret söylemleriyle aşağılanan, çok düşük ücretlerle çalıştırılan, kızları evlenme vaadi ile pazarlanan Suriyelilere sormak lazım bunu. Düşündükçe insan sahile vuran yavrucakların soğuk vücutlarında buluyor kendini.
Dünya vicdansız insanlarla dolu. Bizim ülkemizde de bulunan bu vicdansızlar, ölümü göze alıp deniz yolunu kullanmak isteyen Suriyeli mültecilere işe yaramaz şişme botlar ve can yelekleri satıyorlar. Üstelik bunların imalatını da çok az ücretle çalıştırdıkları Suriyeli gençlere yaptırıyorlar. Ve kaçakçı denen insan tacirleri… Denize düşen yılana sarılır misali bu yılanlara sarılan insanların sonlarını biliyoruz. Yüreğimiz açlıkla mücadele eden Suriyeliler kadar onlara da yandı, yanıyor, yanmaya devam edecek anlaşılan.
İnsanlık onuru ayaklar altında kedi yemek zorunda kalan ve yakında o kedileri de bulamayacak olan Suriyeliler eğer fırsat bulsalar ölüm yüklü dalgalara indirmezler mi o botları? Suriyeli iki kadının yolculuğunu dinlediğimde ilk aklıma gelen o insanlar için “İndirirler mutlaka.” demek oldu.
Hem de ağırlık olmasın diye evladının at örgüsü saçını kesip sahile bırakarak…
Ceyda Sevgi Ünal
|