Genellikle kaçırırım gözlerimi. Ama göz bu; değiveriyor işte. Gazetelere bakmazsın, televizyon izlemezsin; görmeyeyim diye çaba gösterirsin. Gösterirsin de; bir anda sosyal medya sayfasında pat diye gözünün önüne gelir. Yıldırım gibi aşağıya, yukarı kaydırırsın ama ne fayda; girmiştir bir kez hafızana… Benim de adeta kazınmış görüntülere on gün önce bir yenisi eklendi ne yazık ki! Bir türlü gitmiyor gözümün önünden.
Minik, minicik bir tabut. Üzerinde al bayrak…
İsyanım da oldu bayrak bayrak…
Boğazımın boğumları, gömülemeyip de buzdolabında saklanan yavrunun ölüsünü gördüğüm zamanki gibi oldu. Düğüm düğüm. Ah ediyorum… Onları bu hale koyanlara. Bu acıları ailelerine yaşatanlara.
Başlıyor gözümün önünden geçmeye günahsız minikler… Kimi beyaz bayrak altında vurulan, kimi al bayraklı tabutta yatan.Kimi de kıyılara vuran. Ayıramam…
Çocuklar… Minik yürekler… İhtiraslı oyunların oyuncakları olup da kendi oyuncaklarına doyamayan yavrucaklar… Hatta kundağından ötesini tanıma fırsatı bulamayanlar. Babasına musalla taşında küçücük tabutu ile son yolculukta eşlik edenler. Ya babalarının tabutuna “Baba bizi bırakma!” diye canhıraş koşturan minik ayaklar…
Kaç kişiler, kaç çocuk? Sayıya indirgemek… Yok, yok! Yapamam… Bir çocuk ölse içimdeki umutlar da ölüyor. Tüm umutlarım onlarla gidiyor. Teker teker…
Ağaçlar sökülüyor sanki bir daha yeşermemecesine, yıldızlar yok oluyor bir daha görünmemecesine…
Geleceğimiz, yavrularımız… Kaderlerinin birilerinin ellerine bırakıldığı evlatlarımız onlar… Çoğunun zaten gelecekleri çalınmıştı. Bir de hayatları çalınıyor. Dünyayı sadece kendi pencerelerinden görenler, o yavruların henüz aralanacak pencerelerine dadanmışlar. Karanlığı boca ediyorlar. Sağ kalıp da yaşıyor denebileceklerin de eğitimlerine engel olarak örneğin… Eğer vaktinde önlem alınsaydı bugün başlayan yarıyıl tatilinde o çocuklar da karneleriyle güle oynaya evlerine dönüp tatil yapmak istemezler miydi? Oysa belki de yıkıntılardan kalma bir odada günleri gece, gecelerikâbus olarak geçti kaç zamandır. Biten gıdalarıyla açlığa, susuzluğa alışmaya çalışıyorlar.
Bu acımasızlık çemberi daraldıkça daralıyor. Sesli, sessiz savaş çığırtkanlığı yapanlar, aba altından sopa gösterenler, en az “Ölen ölür kalan sağlar bizimdir.” diyenler kadar bu çocukların vebalini çekecekler hiç şüphesiz. Daha ne kadar birbirlerine zarar vermeyi düşünebilir taraflar? Daha kaç annenin ağıtı gökyüzünü kaplayan diğer ağıtların yanına yükselecek? Daha kaç kişi emeğini ardında bırakarak yaşlı gözler, kanayan yüreklerle terk etmek zorunda kalacak toprağını, evini, barkını?
“DURUN!” diyorum.
Bu kaosa sebep olan herkese…
Sadece bir İNSAN ve bir ANA olarak bu feryadım…
DURUN!
Ceyda Sevgi Ünal
|