Siz hiç bir hastanenin ara yoğun bakım odalarından birinde ertesi gün olacağı ameliyattan %5 ihtimalle sağ çıkacağını bildiğiniz bir adamla geceyi geçirdiniz mi?
On gün öncesine kadar tanımadığınız bu adamın her kirpiği için ayrı dua ettiniz mi? Bütün gece bir şey ister mi diye gözünüz üzerinde oldu mu? Ameliyata giderken yaşadığı o ister istemez halleri günlerdir gözünüzün önünden gitmeyen bir insan olarak yaşadınız mı?
Çektiği ıstıraplara rağmen sözlerinin arasında kibarlığının, bilgeliğinin belli olduğu bir adamdan bahsediyorum. Benimle aynı yaşta. Toplumun henüz yaşlı sıfatı vermediği yaşlarda... İçki, sigara kullanmamış. Spor yapmış bir insan. Nasıl olmuşsa bulaşmış üzerine bir hastalık... Tedavi edilmiş ama ardı sıra bu kalp hastalığını taşımış. Sonrası... Yataklara mahkûm... Oturmak zorunda olan... Nefes alamayan, ayakları kolları şiş... Ama umutla geleceğe bakan... Kurtulacağım umudunu hep yüksek tutan. İçinde bulunduğu durumdan ölmek pahasına kurtulmak istediğini söyleyen. Belki de... Belki de...
Ne söylesek boş bu saatten sonra. Ameliyattan çıkabildiğini duyunca ne sevinmiştim oysa. Şimdi ise kaç gündür aldığım ölüm haberini "Zaten %5 hayatta kalma ihtimali vardı" telkinleriyle sindirmeye çalışıyorum.
Evlatlarından kızının karnındaki torununu sevmesi hep gözümün önünde. Oğlunun sayısız kez babasının başını öpmesi.
Bu arada benim babam da çok ama çok zor günler geçirdi, geçiriyor. Ameliyat şansı da yok... Hassas günlerim bu ölümle biraz daha karaya boyandı. Hayat nedir iyice anlamsızlaştı. Öyle desem de hastanede bile devam ettiği odacıların kendi aralarındaki konuşmalarından bütün çıplaklığı ile belli oluyor. Azrail’in, on adım ötedeki yoğun bakım odasına bir gecede üç kez uğraması kadar basit hayat aslında. Bir varsın, bir yoksun... Ortası, gerisi, sağı, solu boş... Önü arkası yok! Kınadığın Azrail’i yollasın diye Allah’a yalvaranları duyunca hiçbir şeyin önemi kalmıyor zaten. Acı seslere alışan kulakların artık siren seslerine duyarsızlaşıyor. Kınadığın hemşireler, doktorlar kadar duygusallıktan katı olmasan da genelde bazı şeyleri kabul etmeyi öğreniyorsun hastanede. Hayat bir kez daha eğitiyor seni orada. Katılım sertifikan kan ve acıyla yazılmış oluyor. Eline, yüreğine yakışsın yakışmasın zorunlu katıldığın bu seminerden aldığın sertifika belki de hayatında aldığı sertifikaların en değerlisi. Evlatlarına bırakmak istediğin…
Ama... Ama yine de aklından atamıyorsun o geceyi... Önceleri hiçbir şey yiyemeyen, daha sonra canının istediklerini söyleyip az çok yiyen adamı...
Umut denen düzenbazı... Kandırıkçıyı... Yüzüne haykırmak istiyorsun "Neden böyle yaptın, biz sana güvenmiştik, o adam sana ne çok güvenmişti." diye. Balık tutmaya gidecekti. Kaplıcalara gidecekti... Yaktın o adamın çocuklarının yüreğini... Karısının, kardeşinin, annesinin, sevenlerinin... Ve ben on gündür tanısam da benim de yüreğimi...
Ben sana nasıl güveneyim artık umut?
Sen de güzel adam, hep içim yanıyor diye buz gibi içecekler, dondurmalar isterdin ya; öbür dünyada en güzel soğuk içeceklerle karşılaş, huzur içinde uyu...
Ceyda Sevgi Ünal
|