Şimdiki gibi değildiyıllar önce. İnternet denilen şeyden haberi yoktu kimsenin. Çocukların sokak oyunları dışında evlerinde sadece oyuncaklarıyla oynadığı günlerdi. Öyle ki Lego denen oyuncakların ülkemiz çocuklarını ilk ele geçirdiği zamanlar. Tabii model model oyuncak arabalar. Üç erkek çocuğa al al bitmezdi. Büyük oğlumun ergenliğe yol alması onu oyuncaklardan ayırmaya başlasa da küçükleri oyalamak pek mümkün olmuyordu. Bir türlü tatmin edemiyorduk onların oyuncak isteklerini.
Gördüğümüz kuklalar imdadımıza yetişti. Hemen bir tane aldık. Çocuklarımın babası, eline geçirdiği kuklayı koltuğun arkasından uzatıp seslendirerek komiklik yapmaya başladı. Kahkahalar yükseldi önceleri. Neyse onları oyalayacak bir şey bulmuştuk. Günler geçtikçe kahkahalar azaldı. Gülmelerin yerini huysuz sırıtmalar aldı. Huzursuzdular yine işte.
Dertlerinin ne olduğunu anlamaya çalışınca; kuklayı kendileri kullanmak, kendi ellerine geçirmek istediklerini söylediler. “E, iyi,” dedik,“Öyle yapın,”. Verdik ellerine. Ama ellerini sokunca anladılar ki; o kukla ellerine bir numara büyük! Bir türlü hâkim olamıyorlardı ona. İstedikleri gibi hareket ettiremiyorlar tabii bu arada seslendirmeleri de hareketlerle uyumsuz oluyordu. Kuklanın bu asi davranışlarıyla iyice huzursuz oldular. “Biz elimize uyan kukla istiyoruz,” diye tutturdular. Artık evdeki kuklanın yüzüne kimse bakmıyordu. Zavallının yüzü,kendisine gülünen o günleri özlemle anarcasına küskün olsa da yiğitliğe şey sürmemek için, “onlarla oynamayan benim artık,”tavırlarındaydı.
Tüm oyuncaklara rezil olmuştu. Gak guk sesler çıkarmak istiyor ama yıllardır yerini almak isteyen diğer oyuncakların refik (!) bakışları kendisini alaşağı ediyordu. Diğer oyuncaklar kuklanın yerine geçmek için ne yapmaları gerektiğini konuşmak üzere toplandılar. Tartışıp dururlarken çocuklar onların yanına gelerek şöyle bir silkeleyip yerlerine oturttular. Niye anlamamışlardı diğerleri isteklerini; onlar kendilerine sadece bir kukla istiyorlardı ve bu kuklanın da bu kez mutlaka ellerine uygun olması gerekliydi. Öyle ki ne tarafa döndürürlerse o tarafa dönecek, nasıl seslendirirlerse öyle seslenecekti. Neydi bir önceki kukladan çektikleri? Her an huzursuzluk veren halleri?
Hep kendi istediğini yapacak bir kuklanın sahibi olmak varken onunla mı uğraşacaklardı? Oyuncak kutusunun en altına attılar onu. Diğer oyuncaklarla üstünü kapattılar. En altlardan “Vefa, vefa,” diye sesler gelip duruyordu mızır mızır ama hiç aldırmadılar. Diğer oyuncaklar yine kendilerini öne atmak için çabalasalar da başarılı olamadılar. Çocuklar, inatla parmaklarında çevireceği kuklayı istiyorlardı.
Butanık olduklarımdan sonra kuklaların hallerine hep üzülüp durdum…
Yıllar sonra nereden aklına gelip de yazdın derseniz; kimin aklına gelmez ki? Herkesin vardır bir kukla anısı… Belki benim gibi oyuncak dünyasından tanık olmuşlardır, belki bir kukla yakını vardır; belki kendileri kuklacıdır; belki de siyaset dünyası buna en iyi örnektir. Hele Türkiye’de yaşanıyorsa…
Kukla sanatı dışında bu ilişkiye gerçek hayatta dönecek olursak; hangisine acımak lazım? Hangisi acınacak durumda? Kukla eden mi, kukla edilen mi? İkisi de bence…
Kuklacı lâyık olduğu hayatı er geç yaşayacaktır. Kukla olacaktır belki de ilerde. Belki de kendisi de şu anda bir kukladır da bu örtmek için elindeki kuklayı kullanmak istiyordur.
Kukla ise bu kuklacının elinden çektiğini unutup alışkın olduğu üzere başkalarının kuklası olmaya devam edecektir. Ne kadar kukla olduğunu inkâr etse de…
Ceyda Sevgi Ünal
|