İşte yine bir kaza… Metrobüslerin kendilerinin yaptığı kazalar yetmiyormuş gibi bu kez yoluna hafriyat kamyonu girerek kazaya sebep oluyor. Bu hafriyat kamyonlarının ilk olayı değil. Durmadan tekrarlıyorlar bu kazaları.
İstanbul’un tüm yollarında, yolların fatihi edasıyla koca koca gövdeleriyle trafiği felç ediyorlar bunlar. Bir damla yağmur düştüğünde İstanbul’un trafiğinin ne duruma geldiğini hepimiz biliyoruz. Normal zamanların dışında sebep oldukları karışıklığa böyle günlerdebir kat daha tuz biber ekiyorlar bu moloz taşıtları. Öylesine de vurdumduymazlar ki; ne trafik lambası onları durdurabiliyor, ne el kol işaretleri. Tepeden bakarak devam ediyorlar yollarına. Geçenlerde son anda kırmızı ışıktan geçince bizim tarafta yeşil yandığı halde zaten sıkışık olan trafikte o upuzun haliyle dört yol ağzını kapatan bir hafriyat kamyonuna tanık oldum. O geçene kadar bizim tarafta kırmızı ışık tekrar yanmıştı bile.Şoför rahat rahat sigarasını tüttürürken bizim sinirimiz tepemize çıktı; o başka… Tabii yanımızda ve karşı yolda bunlardan birer tane daha vardı. Yani karınca gibi istila etmiş durumdalar İstanbul’u…
Peki, bunlar nasıl bu yoğunlukta dolaşmaya başladılar İstanbul’da? 2012 yılında çıkan bir kanun var. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri başlığı altında çıkmış bu 6306 sayılı kanunun amacı, afet riski altındaki alanlar ile bu alanlar dışındaki riskli yapıların bulunduğu arsa ve arazilerde, fen ve sanat norm ve standartlarına uygun, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek üzere iyileştirme, tasfiye ve yenilemelere dair usul ve esasları belirlemek.
Evet, belki bu amaçla başladı kentsel dönüşüm denen baş belası durum. Sonra çıkarlar yüzünden oyuncak edildi. Binanın ne durumda olduğuna bakmaksızın yararlanmaya kalkışıldı bu kanundan. Müteahhitlere gün doğdu ve tabii ki bu alanda iş yapan herkese… Bir kaostur devam edip gidiyor. Ve başrollerde bu hafriyat kamyonları. Tabii figüranlar ise beton arabaları, vinçler, vs. Bunlarıninşaat alanlarından çıkabilmeleri için yol kapatmak bile gerekiyor. Vatandaş şikayet ediyor etmesine de; bu çarkın dişlileri arasında sesi vızıltıya dönmüş; duyulmuyor.
Ne olduysa depremden sonraki yıllarda oldu. O üst üste olan büyük depremler sonrası binalara güçlendirme çalışması yapılmaya başlandı. Bir ara böyle devam etti. Sonra mantolama faslı başladı birkaç yıl. Son yıllarda da o binaların yanında, usule uydurulan binalar, gerekli gereksiz, eski, yeni denmeden fırsat bu fırsat diye yıkılıpyerlerineçok yüksek binalar yapılıp duruyor. Ve büyük rakamlar dönüyor inşaat sektöründe. Bu büyük rant kapısı İstanbul’u ve İstanbulluyu elinde oyuncak gibi oynatıyor. Bu arada kesilen ağaçların haddi hesabı yok! Başka bir yönden değerlendirip İstanbul’u beton yığını haline getiren, silüetini mahveden, 3. Köprü ve 3.havaalanı için 3 milyona yakın ağaç kesen zihniyete bu yıkılan binaların moloz tozları İstanbulluların ciğerlerine doluyor desem herhalde komik olur.
Bu kanun içeriğinde “güvenli yaşama” olarak yan yana gelen iki sözcük, inşaat sektörünün bu keşmekeşi içinde ne kadar hizmette bulunabiliyor bilemiyorum ama diyelim ki bu nedenle İstanbul’da yapılan çok katlı binalar güvenli oldu. Ya sokakları, caddeleri, meydanları? Güven sözcüğünü ağzımıza alamayız bile. Yanlış politikalarla İstanbul’u terörün odak noktası yapıp şimdilik onlarca insanın ölmesine sebep olanlar yüzünden evlerimizden çıkarken geriye dönüp dönmeyeceğimizi bilemiyoruz artık… İstanbul’un her köşesinde her an, her şey olabiliyor.
İstanbul’un içine ne yapıldığıyla ilgili, şapkaları önlere koyup düşünmenin vakti gelip geçmedi mi?
Ceyda Sevgi Ünal
|