85 kutu belge gitti Amerika’ya… TBMM den bir heyet de. ABD yetkilileri hâlâ bu belgelerin Gülen’i istemek için mi olduğunu anlayamadıklarını söylüyorlar. Bunun gibi belgeler daha önce de yollanmış tabii ki. Ama onlar anlamamazlıktan gelmeye devam ediyorlar.
Aslında bizim ülkemizde de bunun başka bir formunu Ergenekon, Balyoz davalarında görmedik mi? Bir türlü inandıramadılar ordu mensupları kendilerinin suçsuz olduklarına. Ve müebbet hapse varan cezalar verildi. Oysa biraz araştırılıp derinlere inilseydi o insanların yılları boşa geçmemiş, bazıları da hayatlarını hiç uğruna kaybetmemiş olacaklardı.FETÖ’nün yurdu bir örümcek ağı gibi sardığının bilincinde değildi kimse. Şimdilerde orduya geri çağırılan veya bulundukları geri hizmetlerden üst görevlere yükseltilen o insanların sesleri aslında o ağların arasından geliyordu. O davalara gözü kapalı kararlar verilmemesi belki de bugün yapılan darbeye engel olacaktı.
Ama düşünüyorum da Cumhurbaşkanının en yakını olan yaverin bile FETÖ’cü olduğu anlaşılamadıktan sonra… Nasıl bir araştırmaysa artık; insan, aileye bir damat sokacakken bile araştırma yapar ki bu kişi en üst makamın yaveri olacak biriyse öyle tanıdıktan, eş, dosttan, çevreden sormakla olacak iş mi?
FETÖ’cüleröyle böyle değil; çok zenginler. Fakirleri, başarılıları bünyelerine alıp yayıldılar ülkeye. Mantar gibi çoğaldılar. Bir zamanlar isimlerini herkesin bildiği dershanelere giden çocukları askeri liseye almıyorlardı. İlerde çocuğunun orduda görev almasını isteyenler o dershanelere çocuklarını göndermiyorlardı. Bir de annesi başı örtülü olan çocuklar da alınmıyordu askeri liselere. Başını açarak fotoğraf çektiren anneler oluyordu o yüzden. Biz bunları çevremizden duyduk, gördük. Hatta o zamanlar ben de tehlikenin ne kadar büyük olduğunun farkında olmadan, o kadar önemsemeden kurs yeri evime yakın,çok sık hasta oluyor,yollarda sürünmesin diye öyle bir dershaneye oğlumu yollamıştım. Ama gördüm ki; onların hedefleri çok yüksekti(!). Onun için, normlarına uymayan çocuklara ve ailelerine önem vermiyorlardı. Parayı kaptırdık bir kez deyip bir yıl kadar zor dayanmıştım. Bu olay aşağı yukarı 20 yıl önce oldu. Bunlar böyle böyle yayıldılar ülkeye. Onun altına araba çektiler, buna işyeri açtılar. Camileri üs olarak kullanıp yanlarına yurtlar yaptırıp bazı çocukları burada, bazılarını da evler açarak başlarına ablalar, ağabeyler koyarak emellerine alet ettiler.Kurban bayramlarında organize çalışmalarla yurt içinde yetmezmiş gibi Afrika’da kurban kesimleri için kurban paraları topladılar. Tabii kaç kıtada açtıkları okulları bilmeyen yoktur. Cuma günleri kadınları cuma duası adı altında yine evlerde toplayıp kendi çerçevelerine göre kafalarını yıkayıp çocuklarını da o çerçeveye sokturdular. Sınav sorularını verip devlet dairelerine soktular. Üstelik tüm bunları din kisvesi altında yapıp diğer insanların haklarını yediler. Meğer bu arada orduya da sızmışlar da kimsenin haberi yokmuş…
Yukarıda yazdıklarımın bazılarına ben sade bir vatandaş olarak tanıklık ediyorsam geçen yıllar içindeki iktidarların bunları fark etmemesi kadar abes ne olabilir? Ordunun tavrı baştan beri belliydi. Bunlara taviz vermedi. Ne ara orduya bu sızıntılar oldu? Nasıl bunlara göz yumuldu? Bunlar, Atatürk düşmanlarının en koyu olanlarıdır. Mecbur kaldıkları yerde hemen takiyeye başvururlar.
Bugünlerde yükselen Atatürk sevgisine gelince; günah çıkarmalarla karışık devam edip gitmekte…Bir kesim böyle. Bir kesim de daha önce görmek istemedikleri Atatürk posterlerini binalarına asma yarışında. Ama 30 Ağustos kutlamasına gelince çıt yok! Bakın bir darbe ile ülke ne hale geliyordu. Kurtuluş Savaşı yıllarına dönüp şöyle bir bakarsak, o günkü koşulları düşünürsek, kaç düşman milletin askeriyle başa çıkıldığını anımsarsak, her kademeden, her kesimden iç düşmanları düşünürsek Atatürk’ün yaptığının, eserinin büyüklüğünü bir kez daha takdir etmemiz gerekmiyor mu? Bu zaferi anmak, kutlamak neden bu kadar zor geliyor?
Atatürk sevgisi, duruma göre kullanılıp terk edilecek bir sevgi değildir. Onun devrimlerine, ilkelerine laf edenler, zaten bu sevgiye de layık değildir. Onun için nerede o devrimlerin, ilkelerin karşıtı görünüşte, davranışta kim varsa, onun kaldırdıklarını hortlatmak isteyen kim varsaşimdi Atatürk’ün adını göstermelik olarak ağzına almasın!
Ordumuz konusuna geri dönecek olursak; ne olursa olsun FETÖ’nün dergilerine ad olarak koydukları sızıntıyı orduda pek de başaramadığı açıkça ortada. 15 Temmuz gecesi, darbecilere canları pahasına karşı duran ordu mensuplarının sayısının az olabileceğini düşünmek bile istemiyor insan. Neler olabilirdi eğer öyle olsaydı? Zorla helikoptere bindirilen iki generalin helikopter havalanmadan sadece bir ordu mensubunun pilota silahını yöneltmesiyle başlayan kurtarma işlemini, Boğaz Köprüsü’ndeki 50 darbecinin( bazılarının konudan bihaber erler olduğunu biliyoruz) karşısına gönderilen 10 askerin bile bile ölümü göze almasını, Kuleli Askeri Lisesi’nde darbeci tarafları engelleyen ordu mensuplarını düşününce( bu arada ne olduğunu anlamadan okula çağrılanKulelili öğrenciler kendilerine emirler veren karşıt iki üs arasında kalıyorlar ama sonları okullarının kapatılması oluyor) onlara şükran duyuyoruz. Tabii tankların önüne hiçbir şey düşünmeden kendini atan vatandaşlara olduğu kadar. Halk ile ordunun karşı karşıya gelmesinin bir iç savaşa dönüşmemesinde en büyük faktör bu vatansever ordu mensuplarıdır. Ordunun bozulamamış gücü, halkla birleşince bozguna uğradı darbeciler.
Onun için ordumuzun kıymeti bilinmeli. Sınırlarımız en yüksek seviyede korunmalıdır ve bu korunma onların sayesinde olacaktır. Ordunun, devlet kurumlarının içleri temizlenmiş olsa bile halkın içinde FETÖ uzantısının olduğu hiç değilse sempatizanlarının olduğu unutulmamalı. Tohumların öyle kolay kolay çürüyemeyeceği, bu kadar köklü yapılaşmaya tanık olunca gayet ortada.
Ve tabii ki darbenin sarsıntıları arasında Doğu’dan art arda gelen şehit haberlerini duymamak için artık daha duyarlı olunmalı.
Bu arada adaleti kendi başlarına uygulamak için Boğaz Köprüsü’nde çoğu hiçbir şeyden habersiz erlere işkence yapanların, vatandaşı gözünün kırpmadan vuran darbecilerin görüntüleri hâlâ gözlerimizin önünde. Bunları yapanların ayrımsız tek tek cezalandırılmasını bekliyoruz.
Geçirdiğimiz şu süreçte, değer verilen her olgunun, sağlıklı zamanlarında, işe yararken sahibi tarafından Balkız adı konulan,sakatlanınca ölüme terk edilen atın akıbeti gibi olmaması en büyük dileğim. Koşullara göre kavramların yararlarından faydalanan, balları bitince onları terk etmeyi düşünebilecek zihniyetler, hiçbir zaman gerçek birlik ve beraberlik olgusunu sürdüremezler; bunu unutmayalım.
Ceyda Sevgi Ünal
|