Artık daha çok turistlerin ilgisini çeken yerler hamamlar. Yani benim bildiğim kadarıyla… Belki de şu Osmanlı sevdasıyla hamamlara da evlerinin koşulları ne kadar konforlu olursa olsun dönenler vardır. Gittiğim yerlerde gözüme hamamlar çarpınca aklımdan bunlar geçiyor.
Daha neler geçmiyor ki… Kendi hamam maceralarım… İzlediğim filmlerdeki hamam sahneleri gibi… En çok da o sesler… Bembeyaz mermerlerin üstünde takunyaların çıkardığı…Hamamın boşluğundan, yüksekliğinden, büyüklüğünden fırsat bulup yankılandıkça yankılanan. Tak tak diye huzurunu bozan…
Hani “Hamama giren terler.” diye bir atasözü vardır. Mecazi yönünü bir yana bırakırsak terler gerçekten. Hele minicik bir kız olursanız. Rahmetli anneannemle, annem beni de yanlarına alıp her hafta hamama gitmeyi âdet edinmişlerdi. Daha okula gitmiyordum. Onu da nereden anımsıyorum derseniz; eğer okuma bilseydim hamama da mutlaka bir kitap götürürdüm. Veya o güzelim Çocuk Bahçesi dergisini. Çünkü o ortam okumadan çekilmezdi.
Kadınlar günü diye bir gün ayrılmıştı hamamlarda.Kapıdan girince beni oldukça rahatsız eden o sıcaklıktan boğucu ama nemden daha da boğucu bir hava karşılardı insanı. Hemen ayağınıza takunyalar verilirdi. Çocuklar için de vardı. Onları da sevmezdim ben. Nedeni de herhalde ev terliklerime bile ayağımı tam olarak sokmadan gezdiğimdendi.
Takunyalarla yürürken dikkat edeceksiniz. Çıkardığı sese dalıp da takka da takka da yürümeye başlarsanız başınıza geleceklerden siz sorumlu olurdunuz. Malum ortam kaygan… Her kesimden insan var. Takunyanın üstündeki o kara bant tek başına ne kadar güvenli. O yüzden anneannem annemin koluna girer, annem de benim elimden tutardı. O zaman işte düşme sorunumuz kalmazdı. Ne demişler: Birlikten kuvvet doğar. Yoksa bir düşecek olsak, hele bir yerlerimiz görünse gülmeyen kalmazdı. Kırık, çıkık her şey olabilirdi. Belki de geriye dönüşümsüz olanlardan. Zaten geldikleri hamamı kendilerinin zannedip de kendilerinden geçenler öyle bir açılıp saçılırlardı ki… Diyeceksiniz ki; hamam bu ne yapacaklar; kazakla mı duracaklar? Unuttuğunuz bir şey var. Ben çocuktum. O zamanlar her çocuk gibi tertemiz ve her şeyi olduğu gibi gören, gözlerinden hiçbir şey kaçmayan. Gözüne batanı, batacağını bilen temizlikte… Herhalde benim annemle anneannem de giyinik değillerdi. Zaten aradaki farkı onların sayesinde daha iyi anlayabiliyordum.
Yukarıda filmlerden söz ederken en çok aklımda kalanı yazmadan geçemeyeceğim. Hani rahmetli Adile Naşit’in Tosun Paşa filminde “O kurnadan, bu kurnaya çirkef sıçramış,” diye karşıdakilerle atıştığıbir hamam sahnesi vardır. Çok gülerim hâlâ. Ama gülüp de geçmemek lazım. Kurnalar çok önemli hamamda… Kurnanın başına oturduğunuz zaman o kurnanın sizden önce gelen tarafından nasıl kullanıldığı belli olur hemen. Eğer çok kirliysenizsuya uzanmak için aracı ettiğiniz hamam tasına bulaşan kirinizle, tası her kurnaya daldırmanızla biraz daha o kurnayı kirletirsiniz. Ve gayet tabii olarak karşınızdakilere siz de kurna da çirkef görünebilirsiniz. Yani her hamama giren temizlenecek diye bir kural yok!
Bir de göbek taşı vardır.Hamamın orta yerinde, mermer kaplı zeminden yüksek yapılmış bir alandır. Yüksekliği öyle takunyaya benzemez; bayağı bir yüksektir. Üstüne çıkan kendini bir şey zannetmeye başlar. Göbek taşı sessiz sedasız durur ama işte esas terleme orada olur. Yani aslında göbek taşı hissettirmeden yapar takunyayla işbirliğini. Hamamdakiler, takunyaları bırakıp göbek taşına çıkanı, su, sabun, keseyle aklanılıyor diye seyrederlerken tellağın elinde yoğrulan ayaklar en kısa zamanda takunyayla buluşacaktır oysa.
Bu kadar yazdım da “Artık takunyalar tarihe karıştı, süs eşyası oldu” falan deniyor. Plastik terlikler çıktı çıkalı takunyalara rağbet yokmuş.
İnanalım mı?
Peki, bu duyduğumuz tak tak takunya sesleri nereden geliyor?
Ceyda Sevgi Ünal
|