Silah sesiyle yatağımdan aniden fırladım geçen sabah. Apartmanın garajı nihayet yapılmaya başlanmış. Fayans döşeme seslerinin yankısıymış onlar meğer.
Minibüste gidiyoruz. Birden bir polis arabası sireni duyduk yanı başımızda. Tüm yolcular göz göze geldik bir anda.
Uzak bir ilden gelen bir arkadaşımla Galatasaray Lisesi’nin önünde buluşacaktık geçen ay. Önünde duran polislerden biri yanıma gelip “Burada beklemeyin,” dedi. “Ama arkadaşımla burada sözleştik,” desem de biraz ileride beklemek zorunda kaldım.
Polis Günü’nde mahallemizde bulunan karakolun önünden geçerken nöbet tutan polisin önünde durup, “Gününüz kutlu olsun,” demek istedim. Eli birden silahına gitti.
Sitelerde oturan komşular(!) birbirlerine kuşkuyla bakar oldu. Zaten yan kapıda kimin oturduğu bilinmeyen bir ortam vardı; bir de terör belası gelince üstüne, iyice beter oldu durum. Buna en iyi örnek de Reina katliamcısının bir sitede saklanması ve komşuların ondan hiç haberi olmaması değil mi? Pek, ne yapacağız? Herkes yanındaki komşusunu takip mi edecek? Kim bunlar, kim giriyor, çıkıyor yandaki, karşıdaki daireye diye göz deliğinde mi nöbet tutacağız? Keşke bu hassas tutumu vaktiyle sınır komşularımız için gösterseydik.
Bir korkudur almış başını gidiyor vatandaşta. Pazar yerinde bir kasa yere düşse herkes panik oluyor. Bir açılış için süsleme olarak kullanılmış balonlardan biri patlasa ödümüz kopuyor. Vatanını bu kadar çok seven biri olsam da bazen bazı sanat sitelerindeki yabancı arkadaşlarıma özenmiyor değilim. Bana öyle geliyor ki tek dertleri ortaya çıkacak eserleri onların. Kendilerini sanata vermişler. Doya doya üretiyorlar. “Bizde yok mu sanatçılar?” diyeceksiniz? Var tabii. Ama bizdeki bazı sanatçılar gibi yaşadıklarımıza duyarsız kalıp kendini sadece sanatına vermişse sanatçı, benim gözümde hiçbir değeri yok. “Yazarım, çizerim, boyarım, yontarım, gerisinden bana ne!”demek vurdumduymazlık, sorumsuzluk ötesi korkaklıktır. Bunu sokaktaki insan söylese bir dereceye kadar. Tabii çalıştıkları ortam dolayısıyla mecburen böyle davrananları ayırıyorum burada.
Korku ve korkaklıktan yola çıkıp kendi tarafıma dönünce; çocuklarım, annem, babam, kardeşim, bazı arkadaşlarım yıllardır “Yazdıklarına dikkat et!” derler. Son zamanlarda bunu daha çok üstüne basarak söylüyorlar. Oysaki benim yazdıklarım devede kulak misalidir. Nedir onları tedirgin eden, korkutan o zaman? Üstelik internette yazıyormuşum; iki suçu birden işlermişim. Bir insanın düşüncelerini söylemesi, yazması neden suç olur? Hem de muhalefete körü körüne yandaşlık yapmadan.
Peki, bu hayat ne kadar böyle gider? Gördük; bir yürekli kadın çıktı kendini kelepçeledi meclis kürsüsünün mikrofonuna. Sonucu da gördük. Bu yürekli kadını saçma sapan gerekçelerle partisinden ihraç edenler, acaba onun hitap ettiklerinin duyduğu rahatsızlığın onda birini duydular mı? Aynı şekilde MHP’den ihraç edilen diğer yürekli kadın için, sadece kendilerini düşünenler bugün azıcık da olsa üzülmüyorlar mı? Bu kadınlar niye harcandılar? Neden söz hakları yok? Beş dakika bile konuşturulmuyorlar. Çünkü bu kadınlar “mücadele kadınları”. İşte öyle sanatçı kadınlar da varCumbul gibi seslerini yükselten. Yani “boş müdahale kadınları” değiller onlar.
Trump’a karşı Amerika’da ve Dünya’nın çeşitli merkezlerinde rahatlıkla yürüme eylemi yapan kadınları gördük. Değil yürümek, konuşmakta, yazmakta sınırları olan bir ülkede milletvekili yaşının on sekize düşürülmesi üzerine düşünelim istiyorum: Diyelim ki gençler meclise girdiler; bakalım konuşma olanağı bulacaklar mı? Veya neyi, ne kadar konuşabilecekler? Üç genç adam yetiştirmiş bir anne olarak gençleri küçümsediğimden değil bu sorularım. “Sen sus çocuksun!” denilen genel bir ortam sürdürürlüğündeki ülkemin çocukları olarak siyaset olgunluğunda olabilirler mi kuşkularımdan. Ondan vazgeçtim, “Daha üniversiteye gidemeden,” diyecek olsam bu kez “Tüm milletvekillerinin üniversite diploması mı var?” denecek. Zaten çocuklarımız uluslararası ölçekte 2003 yılından beri matematik ve fen alanında başarılı değiller. Bunu son PISA değerlendirmesi ile açıkça gördük. Ama iktidardaki partinin icraatlarının başlamasıyla neredeyse aynı yaşta olacak gençlerin, yaşları gereği delikanlılık halleriyle mecliste sık sık tanık olmaya başladığımız hararetli ortama ayrı bir renk katacakları şüphesiz.
Tabii ki renkler olacak toplumumuzda. Yalnız bu renkler insanı kendisine çeken açık renkler olmalı hep. Kahverengi gibi itici, iç karartan olmamalı. Referandumda da TERCİH yazılı mührü kullanacak kişiler, kahverenginin üstündeki HAYIR yazısını, beyaz kısımdaki evet yazısı kadar net göremeyecekler. Bu renklerin bir an önce düzeltilmesi için muhalefetin, hiç olmazsabu konuda çekinmeden ve gecikmeden tepkisini göstermesi gerekir.
Ceyda Sevgi Ünal
|