Dün sabah minibüse binmeden “Marmaray’dan geçiyor mu?” diye sordum. Çünkü Marmaray’da inip başka bir taşıta binmem gerekiyordu. Olumlu yanıt alınca da bindim. Her zaman kitap okurum ama bu kez bir yazı kaleme almak gerektiğinden bayağı bir dalmışım. Şoförün, “Arkadaki minibüse geçer misiniz? “ demesiyle ortama döndüm. Nereden çıkmıştı böyle bir şey? “Neyse!” deyip bir an önce aklımın kaldığı yazıma dönmek için hızla indim. Arkamızdan şoförün; “Hakkınızı helal edin,” dediğini duydum. Bir yolcu da, “Ne helal edeceğim kardeşim, ben senin arabana gideceğim yer için bindim. Aktarma yapmak için değil!” yanıtı verdiğini de.
Arkadaki minibüste yazıma devam ederken birden aklım başıma geldi. “Marmara’ya gidiyorsunuz değil mi?” diye sordum. Şoför, “Hayır!” demesin mi? Ben başladım “Bizi sizin arabaya aktaran şoför, arabasına binerken Marmaray’a giderim demişti, ben ne bileyim sizin gitmeyeceğinizi?” diye konuşmaya. Şoför de;” Onu öndeki arabadan inerken söyleyip paranızı geri alacaktınız,” demesin mi? “Ben mecbur muyum bu dediklerinizi yapmaya? O söyleyince ister istemez yerimden kalktım, geldim oturdum arabanıza,” diyerek kendimi haklı görsem de bir süre sonra bu olayın mağduru olduğum kadar haksızı olduğumu da üzerinde düşünerek kabul ettim. Bir de inince kısıtlı vakitte yürümek zorunda kalıp o kadar eziyet çekerek gideceğim yere geç kalınca iyice üzüldüm.
Şöyle düşündüm: Varsayalım o minibüs ülkemdi, şoförü de ülkeyi yönetenler, biz yolcular da halk. Kendimi halkın yerine koyarsam eğer; yönetenler beni istediğim yere götürmeyi taahhüt etmişti. Yani ben onlara güvenmiştim. O kadar güvenmiştim ki bir kez bile nereye gidiyor bu araç diye sorgulamadan kendi işimde gücümde, zar zor kazandığım ekmeğimin peşinde sabah gidip akşam gelerek çevremle ilgim olmadan bir hayat sürerken, akşamdan akşama izlediğim kalan belli kanallardaki haberler, evlilik programları ve dizilerle uyuşmuş bir vaziyetteyken nasıl olduysa birden baktım ki gittiğim yol benim yolum değil. Bu arada dini ögelerle de girdiğim yolun benim yolum olduğuna ikna edilmekteyim. Artık her şey için geçmiş olsundu. Olan olmuş, biten bitmişti. Bundan sonra yaşayacaklarım, çekeceğim eziyetlerin hepsinden ben sorumluydum. Vatandaş olarak çıktığım yolun güzergâhına güvenip denetlememenin acısını elbette ki çekecektim. Ders alacaktım belki ama bu ders bana nelere mal olacaktı yaşayarak görecektim…
Kıssadan hisse derler…
Ama dünkü maceram bu kadar mıydı? Değildi. Dönüşte trafik sıkışıklığı yüzünden bir buçuk saatimi heba ettiğim otobüste bu kez gerçekten siyaset arenasının ortasına düştüm. Bir yaşlıya yer yerme konusundan yola çıkılarak evet-HAYIR çekişmesine dönen, otobüsün yarısının karıştığı bir ortamın, en önden birinin “Yeter artık, gidin oyunuzu sandıkta kullanın. Sizi dinlemek zorunda değiliz,” uyarısından sonra bende kalan gözlem şu oldu:
Ülkeyi bir otobüs, yolcuları da vatandaş olarak görürsek eğer; vatandaşın çoğu referandumu seçim zannediyor ve iktidar partisine oyunu vereceğini söylüyor. E, haksız da sayılmazlar. Sabah yaşadıklarımın memleket üzerine uygulanmış halinin bir de iktidar partisinin ambleminin olduğu broşürlerle, uzun uzun afişlerle, caddelerin tepesinde sallanan kocaman bezlerle, avaz avaz şarkıların çalındığı koca koca arabalarla desteklendiği bir ortamda seçim mi yapılıyor, referandum mu ve hangi amaçla yapılıyor şaşırması çok olası vatandaşın…
Ne diyeyim…
Haydi HAYIRlısı
Ceyda Sevgi Ünal
|