Birkaç gün önce İKİ KADINLAR tanıştım. İlki tam da kulaklığımdan dinlemeye başladığım müzik eşliğinde elimdeki kitaba gömülmeyi düşündüğüm bir yolculuğun başında gelip karşıma oturdu. Kültürlü bir kadın olduğunu, göz göze gelip birbirimize gülümsememizin, bir iki nezaket sözcüğü etmemizin sonrasında ister istemez bir sohbet havasına girmemiz sırasında anladım. Yaşının benden büyük olduğunu tahmin etmekle zorlanmamıştım. Anlattıklarıyla yanılmadığımı anladım. Araç tam kalkmak üzereyken biz İKİ KADINLAR oldukça yaşlı bir kadın, karşımdaki kadının yanına oflayarak oturdu. Başörtüsünü çenesinin altında sıkıladı. Bu kez onunla göz göze gelip gülümsedik birbirimize. İlk kadınla da aynı seremoniyi yaşadılar. Sonra da doğal olarak gelişen sohbet ortamı saç ayaklı bir hale dönüştü.
İkinci kadının yüzü o kadar güzel, o kadar temizdi ki insanın baktıkça bakası geliyordu. Filmlerdeki özverili annelere benzettim bir an onu. Ben, insanlara öyle pek oran güzel, buran güzel diyebilen biri olmasam da birinci kadının ona “Gözleriniz ne kadar güzel,” demesini “Evet, gerçekten, “ diyerek onayladım. Keşke hiç konuşmasaydık, keşke hiç onunla göz göze bile gelmeseydik. Birden mavi iki bulut oldu o gözler. Ve başladılar sağanak halinde yağmağa. Biz İKİ KADINLAR, şaşkınlıktan ne söyleyip ne yapacağımızı bilemedik. Tansiyon sorunu olabilirdi yaşlı kadının. O yüzden önce sağlığıyla, sonra bu kadar gözyaşının bir anda boşalmasıyla ilgili sorular sormaya başladık. Ben kadının yanına geçip oturmak zorunda hissettim kendimi.
“Bu gözler benim değil,” dedi kadın. Bu kez biz İKİ KADINLAR gözleri fal taşı gibi açıldı. Diğer kadınla koro halinde “Nasıl yani?” dediğimizi anımsıyorum. “Yani bunlar on bir yıl önce oğlumda kaldı, onunla gitti. Maviymiş, yeşilmiş gözüm. Ben yaşamıyorum ki; onları ne yapayım?” sözleriyle tüylerim diken diken oldu. Şehit anasıymış meğer. Kendi deyimiyle “dağ gibi” oğlunu kaybetmiş. Hiç kimsesi de yokmuş. Bir komşu bile açmazmış kapısını. Yüreğimi en yakan tümcesi de, “Ben on bir yıldır yemek pişirmiyorum, pişiremiyorum biliyor musunuz?” oldu. Haftanın bir günü evden çıkıp büyük camilere gidiyormuş sadece. Eminönü’nde yem verdiği güvercinlerin az sonra onun çok gitmek istediği göğe yükselişlerini seyretmek hayatta tek zevk aldığı şeymiş.
Bu duyduklarım, birinci kadının, ikinci kadın gelmeden anlattıklarına şaşkınlığımın üstünü bir anda örtmüştü. Onlar mı neydi? O da başka bir dram. İstanbul’daki büyük bir patlamanın tüm şehri ayağa kaldıran gürültüsünün korkusuyla yatağında kalp krizi geçirip ölen kocasının ardından çok genç yaşta üç çocuğuyla baş başa kalan bir kadınmış o. Hemen hemen her dul kalan kadının yaptığı gibi tekrar evlenmeyi düşünmemiş, kendini evlatlarına adamış, yıllarını vermiş, onları okutup “adam” etmek için didinip durmuş. Çocukları evlenmiş. Şimdi birinin yanında sığıntı gibi yaşamak zorunda kalmış. Ayrıntılara girmek istemiyorum.
Ve bu İKİ KADINLAR sosyal güvenceleri yok. İşte toplumumuzdaki kadın yelpazesinden iki örnek. Kendileri dışında gelişen olaylarla mağdur olan kadınlar. İnsanın içi acıyor. Bu İKİ KADINLAR dramı yüreğimde devam ederken ülkemde sadece eylül ayında 28 kadın öldürüldü, 7 kadına tecavüz edildi, 29 kadın taciz edildi, 22 kız çocuğuna cinsel istismarda bulunuldu, 28 kadın da yaralandı. 2017'nin ilk dokuz ayında 211 kadın ve kız çocuğunu öldürüldü, 64 kadına tecavüz edildi, 190 kadın taciz edildi, 258 kız çocuğuna cinsel istismarda bulunuldu, 306 kadına ise şiddet uyguladı.
Bu sayılar sadece ortaya çıkanlar. Bunlardan İKİ KADINLAR kocalarından kaçarak sığınma evlerine sığınmışken kocaları ve oğulları tarafından öldürüldüler. Diğeri 17 yaşında bir lise öğrencisiydi. Okul kapısında öldürüldü. Bu tür cinayetleri geçmiş yıllardan da anımsıyoruz. Bir de ensest mağdurları var daha da tiksinerek haberlerini okuduğumuz.
Dönelim başlığıma ve yazımın bazı tümcelerinde anlam bozukluğu yaratan İKİ KADINLAR sözcük birliğine. Müftülere evlendirme yetkisi vermek isteyenleri destekleyenlerin, hamile kadını sokakta görünce aklına neler neler gelenlerin, kadınları pembe otobüslere tıkmaya kalkışanların, “örtüsüz kadın” sıfatı yaratarak kadınları giysileriyle aşağılayanların, bundan destek alarak kadınlara tekme tokat saldıranların, kadına gülmeyi, kahkaha atmayı haram edenlerin, kadın eli sıkmanın ateş avuçlamak olduğunu söyleyenlerin, söylediklerine karşı çıkanları İslam düşmanı ilan edenlerin bozuk düzeninde ben bir köşe yazarı olarak kadınlara yapılan zulme böyle dikkat çekmek istemişim çok mu?
Ceyda Sevgi ÜNAL
|