Çocuklarımız… Dünyanın en masum varlıkları. Tertemiz doğulur. Ne olursa olur kirlenir insan. Savaş ise insanlığın en kirlendiği halleridir.
Peki, savaşı çıkaranlar, savaşanlar. Onlar çocuk değiller miydi? Analarının karnından saf doğmamışlar mıydı? İnsanlar o masumlukla yaşama başlayıp nasıl böyle ihtiras sahibi oluyorlar ve o ihtiraslarla nasıl böyle çirkinleşip savaşları başlatıyorlar? İnsanları öldürüp ülkeleri yok etmeye kadar gidiyorlar.
Savaşlarda en mağdur olanlar da çocuklar tabii ki. Savaşın kucağında yaşayan çocuklar var. Fotoğraflarını görünce bir süre donup kalıyorsunuz. Sonra alıyor mu insanın içini bir sızı. Kahrediyorsunuz onları böyle yaşama esir edenlere.
Oysa onlar hiçbir şeyin farkında değiller. Hepimizin yaşadığı gibi çocukken kendi dünyası olur insanın. Yaşamı taklit eden dünyası. Örneğin, biri anne olur, biri de baba çocukların. Veya biri hasta olur öteki doktor. Anne çocuk, eline bir bebek alır, kendi annesini taklit eder. Doktor çocuk, muayene olduğu doktoru taklit ederek hastasını dinler stetoskopla.
Bir de savaş çocuklarına bakalım. Evet, onlar da taklit ederler yaşamı. Böyle olunca da silah, oyuncakları olur. Plastiği mi bulunmadı oyuncağın; kâğıttan, kartondan yapılır. Siper alınır çocuk diliyle masucuktan düşman askeri olan arkadaşına karşı. Siper alınan yer de savaşın ortasında kalıp delik deşik olmuş bir arabanın ardıdır bazen.
Bazen de öyle olur ki o minicik yürek, o iğrenç savaş ortamının ciddiyetini kavrayıverir de bir türlü kabul edemez. Srebrenicalı çocuk gibi sorar…
- Çocukları küçük kurşunla öldürürler değil mi anne?
Ve bu soruyu soran yavru gibi dört gün sonra öldürülmese de savaşın acımasızlığı çoğu çocuğa mezar olur.
Sağ kalan çocukların da en yakınları ölmüştür savaşta belki de. İlerleyen yaşlarında bile gözlerinin önünden geçen unutamadığı anılar yakasını bırakmaz hiç. Yani savaş, kimi insanların canını alır, kimilerini de sağ bıraksa bile ölmekten beter eder.
Çocuklar “baba” sözcüğünü fotoğraflara yüklerler öpücükleriyle.
Anaların yüreği yangın yeridir devamlı.
Kadınlar çocuklarıyla çaresiz kalıverirler ortada.
Bir zaman gelir, bir zaman geçer… Haritalar bölünür, ülkeler parçalanır, insanoğlunun ihtirasları ne geçer, ne biter…
UNICEF rakamlarına göre Dünya üzerinde 28 milyon çocuk savaş mağduru. Zaten UNICEF 2017 yılını çocuklar için “kâbus yılı” olarak kabul etti.
Bu çocukların her biri bir yürek sancısı…
İçlerinden Amerika Birleşik Devletleri’nin Hiroşima’ya attığı atom bombasının şokuyla çırılçıplak koşan küçük kızın görüntüsüne hangimiz hâlâ üzülmüyoruz?
Ya Sudan’da başında akbabanın iştahla beklediği açlıktan bir deri bir kemik kalmış çocuğu unutanımız var mı?
Kaçtıkları dağlarda günlerce aç susuz kalan, perişan annesinin sütü kesilince açlıktan ölen Ezidi bebeklerin Ezidi olmak mıydı suçları?
Aylan bebeğin Bodrum sahiline vuran cesedinden utanmaya devam etmiyor muyuz?
Suriye savaşında fotoğraf makinesini silah zannederek o minicik ellerini yukarı kaldıran çocuğunun vebalini kimler ödeyecek?
Ezidi kız çocuklarının kemik görmüş köpekler gibi bakan yaşlı adamlara açık arttırma ile satılma fotoğraflarını gördüğümüzdeki mide bulantımız ne zaman geçebilir?
Ya bu savaşlarda yaşları küçük olduğu halde zorla savaşmak zorunda bırakılan, canlı bomba olarak kullanılan çocuklar?
Mülteci kamplarından evlenme vaadiyle alınıp satılan kız çocukları…
Ve mayınları, mayınlı bölgeleri hayalindeki oyun mekânı yapıp parçalanan çocuklar…
Hemen aklıma gelen çocuklardı bu yazdıklarım. Kim bilir hangi çocuk, hangi koşullarda yaşam savaşı veriyor.
Ve sadece adı olan Dünya Çocuk Günü de kutlanıp duruyor yıllardır.
Bu kan, gözyaşı selinde düşleri katledilen çocukları görmezden gelemeyiz. Yarın, öbür gün bu çocuklar bu dünyayı yönetecekler. Ama geçmişten kalan ruh halleriyle nasıl yönetecekler bilinmez.
Küskün tarih, yaralı çocuklarla daha da küsecek insanoğluna…
Ceyda Sevgi Ünal
|