Pazarcı "Yün çoraplarda indirim yaptık, artık kış olmaz," diyor. Oysa ülkemin iç mevsimi hep kış. Eritemiyor anaların yüreğindeki kor, karı, buzu. Mehmetçiğin anasının, oğlundan ayrılırken omzuna damlattığı sıcak gözyaşları, anında buz kesen birer apolet oluyor.
Analar "Bahar gelsin artık," diyorlar. Sonbahar üstüne alınıyor. Yaprak yaprak döküyor. Soğuk toprak ağlıyor "Bu kaçıncı?" diyerek bağrını açmaktan bıkkın. Ülkenin üstündeki uyku tozları sepeleniyor ince ince her mezara. Bir çocuk siliyor elindeki fotoğrafın üstüne düşen toz tanesini "Babamm," diyerek ağız dolusu. Bir kadın, kocasının kokusunu duyarcasına kucaklamış asker şapkasını. Bir baba, "Oğlum, emeğim," yangınında. Yavukluların ağıtları karışıyor anaların ağıtlarına. Kimse el ele vermekten başka çare bulamıyor bitmeyen kış sarmalında.
Duvarlara asılan fotoğraflara sığınan yüreklerin ağrısı bin kat daha artıyor. Olduğu gibi bırakılan odalar artık birer müze. Hani son yazdığı kalem? Kokusu var hâlâ yastığında. İşte takımının atkısı lekesi çıkmadığı için üzüldüğü eşofmanın yanında. Kara haber geldiğinde, o büyük bayrak balkondan sallandırılırken sokak kapısının önüne âdet olduğu için konan ayakkabılarına kimsenin eli uzanmak istemiyor. Çaresiz alıyorlar akşama içeri. Kedisi, o günden sonra bir o ayakkabıların yanında, bir odasının kapısında. Sanki o el uzanıp sevecek tüylerini her akşam olduğu gibi. Mutfaktan bir koku geliyor. Sevdiği ıspanaklı börek. Sofra kuruluyor. Annenin diline gelen, "Hadi oğlum sofraya gel, " sözleri, yüreğine çöreklenmiş bir yılan artık. Boğazlardaki yumruklar, lokmaların aşağıya inmesine hiç izin verecek gibi görünmüyor yemeden doyulan öğünlerde.
Gelen giden azalıyor gitgide. Duvardaki fotoğraflar konuşuyor artık onların yerine. Kapının her çalışı, onun çalışı sanılıyor olmadığını bile bile. Telefonlara yanıt verilmekten vazgeçilmiş çoktan. Duvarlar badanalanmış sabırdan. Üzerindeki her adımı unutmak isteyip beceremeyen yolluk, koridora ince ince sızılar salıyor. Sabah ön camlara, akşam arka camlara vuran güneş, hiç açılmayan perdelerin yasına saygılı es geçiyor o evi.
Her sabah aynı saatte "Taze bunlar, çıtır çıtır" diye eve giren sesle susam susam dökülüyor gözyaşları. Havada asılı kalmış "Simidin yanına menemen de yapsan annem," sözleri kulaklarda kurşun ağırlığı. Silah arkadaşının, “Yanımdaydı, nasıl oldu bilmem, boynundan vuruldu bir anda,” diyerek gözyaşlarıyla suladığı sözleri, yaşlı ellerde tutulan şehidin fotoğrafındaki gözleriyle çarpışıyor gün boyu. Geceler uykulara kapalı. Yataklar, yastıklar diken diken. Yatsan batıyor, erken kalksan, gün bitmiyor.
Ve buna yaşamak deniliyorsa; yaşamaya devam ediliyor…
Ceyda Sevgi Ünal
|