Kitap deyince akan sular durur. Gençler için kıraathane fikri de tabii ki kulağa hoş geliyor. “Kitap kafe” deniyor şimdilerde bu mekânlara. Sayısı gittikçe çoğalıyor kitap kafelerin. Tabii bunun devlet kanalıyla oldukça çoğalması kitap adına olumlu bir adım. Kitaplar gerçekten okunacak kitaplar oldukça çok da yararlı olur gençler için. Bu konuda seçimi, projeyi hayata geçirecek iktidar kanalları yapacaktır herhalde.
Kitap deyince akan sular durur da ülkemizdeki gençliğin % 72 si okulundaki kütüphaneden yararlanmıyor daha. Bu oran böyleyken çay ve kekle gençler kıraathanelere çekilebilecekse ne mutlu.
Ama kimin adına bu mutluluk? Projeyi uygulamaya koyanlar adına herhalde. Gençlere kitap okuma karşılığında verilecek kekten, akan suyun altına devamlı tuttuğunuzda en sonunda elinizde sanki minik bir ıslak mendil parçası kaldığı görülecektir. İşte bu yüzden avucumun içi kadar kekle sağlanmasın lütfen bu mutluluk. O keklerle ilgili yukarıda yazdığımı isterseniz deneyin. Ben videosunu seyrettim, artık o keklerden hiç yemiyorum. Her köşe başında mantar gibi biten malum marketlerin raflarında neredeyse üçü bir liraya satılan bu gibi katkı malzemesi bol, zararlı abur cuburlardan çocukları, gençleri, yaşlıları, herkesi uzak tutmak, bu konuda bilinçlendirmek gerekir aslında. Almanya’ya 1987 yılında gittiğimde bile her evin buzdolabının kapağının üstünde genellikle E harfiyle başlayan, devamında numaralandırılmış katkı maddelerinin listesi asılıydı. İnsanlar ambalajlı yiyeceklerin içinde o listedekilerden varsa almıyorlardı. (Unutmadan söyleyeyim o zamanlar da bizim ülkemizde de elektrik olan her yerde, her evde buzdolabı vardı.)
Kahve konusuna gelince; ikisi, üçü bir arada nescafelerin içlerinde neler olduğunu okuyunca nutkum tutuldu. Aklımda kalanlardan biri melamindi. Düşünün artık…
Onun için bu zararlı yiyecekleri(!) değil açılması planlanan kıraathanelerde ikram etmek; onlarla, onların üreticileri ile mücadele edilmesi gerekiyor.
Devir, hiçbir zaman kekimi ye, beni yeme devri olmamalı yani.
Ceyda Sevgi Ünal
|