Otuz yıldır görülmeyen kızamık gibi bir bela ülkemizde hortlamışken bir de şarbon gibi bir hastalıkla karşı karşıya kaldık. Artık hayvancılığın bitirildiği, kendi kurbanlığını bile kendi yetiştiremeyen bir ülke olarak yurt dışından ithal edilen hayvanlarla, vatandaş, adı unutulan şarbonun pençesine düştü. Öyle bir illetmiş ki bu şarbon; hasta hayvanın etini yemeye falan gerek yok. Etini ellemek bile yetiyor. Hatta koklamak. Çok da kötü seyreden bir hastalık… Eğer önlem alınmazsa ölümle sonuçlanıyor. Özellikle akciğerlere yerleşirse…
Dünyada geri kalmış ülkelerde görülen bu hastalığı ülkemize sokabilenlere ne demeli. Şimdi, “Kabahat samur kürk olsa kimse sırtına almaz,” atasözümüz gibi yetkililer birbirlerini suçlayıp duruyorlar. Hadi bizim ülkemizde denetim yok. İthal edilen ülkede de denetim yok demek ki. Ya da şarbonlu hayvanları en amiyane tabirle bize kakaladılar diye düşünüyordum ki meğer hayvanlar hastalığı aldıktan yedi gün sonra ölüyorlarmış. Yani yine sorun bizde gibi görünse de ta Allah’ın Brezilya’sından gemiye tıkıştırılma stresli, her zaman olduğu gibi büyüme hormonu yüklenmiş Amerikan sığırları, günlerce yediklerine bulaşan boğazlarına kadar idrar ve dışkıdan dolayı şarbonlu olarak da ülkemize girmiş olabilirler.
Ne olmuşsa olmuş; sonuçta satıştan önce kimse bu hayvanlarda ne var ne yok diye bakmamış. Salmış şarbonlu hayvanı çayıra, Mevla’m kayıra diyerek. Sonra 2018 gibi bir yılda Türkiye şarbonla uğraşıyor, hastaneler dolup taşıyor. Geç kalan önlemler alınmaya başlanıyor. Aşı, karantina, şarbonlu hayvanların itlaf edilip derin çukurlara gömülmesi gibi. Olan yine vatandaşa oluyor. Hiç yoktan böyle çağ dışı kalmış bir hastalıkla yüz yüze gelip eziyet çekiyor.
Bu durumda, et alırken kasabımıza hayvanın hastalıklı olup olmadığını sormamız önerisini yapanlar, herhalde kimsenin yoğurdum ekşi demeyeceğini düşünmüyorlar. Alım gücü olanların sorunu aslında bu. Yoksa Kurban Bayramı’ndan Kurban Bayramı’na et gören dar gelirliler, şu anda hastaneleri doldurmakla meşguller. Bir dahaki Kurban Bayramı’na kadar zaten kasabın önünden bile geçemeyip et göremeyecekler. Yılda bir yedikleri et de burunlarından geldi…
Öyle bir şey ki; şimdi o etlerin, işlenmiş olarak piyasaya sürülmeyeceğini nereden bileceğiz? Hep şüpheyle mi yaklaşacağız alışverişlerimizde?
Hoş; niye şaşırıyoruz ki bu başımıza gelene? Birkaç yıl önce de Polonya’dan gelen sığırlarla deli dana hastalığı girmemiş miydi ülkemize?
Yine de bir tarım ve hayvancılık ülkesinin bu hale gelmesini, sadece bayram için değil normal zamanda da canlı hayvan ithal edilmesini aklın alması zor…
Ceyda Sevgi Ünal
|