“Yanımdaki oğlan niye ağlıyor anlamıyorum. Annesinin “Sus yavrum, eve dönerken istediğin kırmızı arabayı alacağım.” demesine hiç aldırmadan devam ediyor. Yıllardır beklediğim gün bugün. Bahçede oynarken kapının önünden geçenleri her gördüğümde “Allah’ım bir an önce büyüyeyim.” diye ettiğim dualarım gerçekleşti.
Yalnız bu oğlan başımı ağrıttı. Ondan başka ağlayanlar da var ama bu kadar sesli değil. Bu yanımda zır zır. “Ağlama!” diyorum, dürtüklüyorum; daha beter ağlıyor. Ne var işte, ne güzel okul. Kim bilir neler öğretecekler bize?
Artık gazetelerin resimlerine bakıp durmayacağım. Kendi kendime yazılarını uydurup okur gibi yapmayacağım. Üzerimdeki beyaz yakalı önlüğüm de yıllardır özenerek baktıklarımdan. Sabah annem, beyaz kurdelelerimi saçıma takarken “Ne de yakıştı kızıma,” diye öpüp kokladı beni. Hem babam kalem kutumu sarı kırmızı almış.
- Of artık sus!”
Yukarıdaki duygularımı yaşayalı tam elli üç yıl olmuş. O zamanlar anaokulu diye bir kavram olmadığından çocuklar ancak yedi yaşında bir okul kapısından girebilirlerdi. Kimi işte benim gibi çok hevesli olur, kimi de yanımdaki çocuk gibi geldiğine geleceğine pişman.
Bakmayın benim böyle olduğuma; ortanca oğlum kök söktürdü bana bu konuda. Anaokuluna bile götüremedim onu. Yanında da otursam avaz avaz ağladı. Mecburen aldım okuldan. Ama her gün gidip neler yapıldıysa evde oğluma uygulattım. Geldik birinci sınıfa. O zaman durum biraz daha iyi olsa da ben okul bahçesindeki ağaçlarla arkadaşlık yapıyordum tüm gün. Hiç unutmam bir gün öğretmeni sınıfa girecekken ben çıkmışım. Arkamdan ağlayarak koşturdu oğlum niye öğretmen tam sınıfa girmeden çıktın diye. Seneyi tamamladık. Geldik ikinci sınıfa. Ben ne yapacağımı kara kara düşünürken oğlum “Anne niye bekliyorsun, ben artık büyüdüm,” demesin mi dünyalar benim oldu. Şimdi o çocuğum hem inşaat mühendisi hem mimar ve yüksek lisans yapıyor.
Bugün beni geçmişe sürükledi. Sizi de hoşgörünüze sığınarak anılarıma boğmak durumunda bıraktım değerli okurlarım ama kafama takılan sorular da beraberinde geldi.
Acaba ben oğlumla ilgili nasıl bir tutum içinde olmalıydım anaokuluna, okula başlamadan önce? Ebeveyn böyle koşullarda neler yapmalı, kimlerden yardım almalı? Genellikle genç yaşların tecrübesizliği ilerde çocukların ruhsal durumlarını, geleceklerini etkileyebiliyor. Herkes benim gibi şanslı olamaz.
Otuz yıl önceki eğitim öğretim sistemiyle şimdiki arasındaki farka gelince oğlumu şanslı buluyorum. Üstünde biri imam hatip yazan iki tabelalı okulların olduğu bir devirde değildi. Tercih ettiği okula gidebildi. Eğitim hakkından eşit koşullarda yararlandı. Dayatmalı dersler okumadı. Dört artılı çarkın kollarında hırpalanmadı. TEOG gibi durmadan değişen sistemlere kurban olmadı. Beslenmesini evden götürüp şimdiki gibi kanser yapıcı mısır şuruplu içecek ve keklerle beslenmedi. Karma öğretimde okuyup kız erkek ayırmadan arkadaşlık kavramını yaşadı. Bunları yaşarken de okul bahçesinde veya salonunda bir toplantı olduğunda arkadaşlarının ebeveynlerinin kılık kıyafetleri şimdiki gibi olmadığını yazmadan geçemeyeceğim. Liseye bile yerleşemeyen öğrenci, atama bekleyen öğretmen sorunları yoktu. Üniversite sınav sonuçları Türkiye ortalamaları yerlerde sürünmüyordu.
En önemlisi Atatürk’e saygının ve sevginin sonsuz olduğu bir dönemde onun ilkelerine ve devrimlerine kalpten inanarak yetişti. Bu da bir anne için yeterli övünç kaynağı değil mi?
Ceyda Sevgi Ünal
|