Keşke birer çay kaşığı olsaydık…
Artık o kadar bunaldık ki…
Bir çay kaşığı olsak…
Günde kaç kez sesimizi duyurabilirdik.
Kimse de bizi engelleyemezdi. Sesimiz çıktı diye cezalandırılamazdık.
Oysa insan olarak sesimi duyurmamız ne kadar zor…
Zaten avaz avaz bağırsak da kapalı kulaklara ulaşamıyoruz. Aslında o kulaklar açık da işlerine gelmediği konulara kapalı. Aynı gözleri gibi… At gözlüğü takılmış bir kez gözlerine.
Bir baba, lisedeki oğluna okul forması alamadı. O yüzden çocuğu okula alınmadı. Aşağılandı. Baba da durumu gururuna yediremeyip kendini astı bu ülkede. Cebinden sadece yirmi lira çıkmış o babanın. Kim bilir o duruma gelene kadar, canına kıymaya karar verene kadar neler yaşamıştır, hangi duyguların pençesinde kıvranmıştır? Bu hepimizin ayıbı. Tüm ülkenin…
Ailenin gururuna yediremediği için yardım istemediği, isteseydi yapılacağı söyleniyor. Benim bildiğim böyle öğrencileri okul aile birliği saptayıp hemen yardım yapar. Onlar farkına varmadılar diyelim; öğretmenlerin durumdan haberdar etmesi gerekir.
Öte yandan konuyu gurur(!) meselesi yapmayan bir anne, okuldan eline verilen liste ile kapı kapı dolaşıp yardım istiyor. Kapı kapı derken kendisine yardım edebilecek resmi kurumlardan. Yanıt alamıyor. “Ben dilenci değilim,” diye ağlamaya başlıyor. Fotoğrafını görünce o anneden çok haykırmak geliyor içimden.
Fındık üreticisinin de verilen fiyatı görünce fındığını yaktığını gördünüz değil mi?
Ve yaşanan ekonomik sıkıntının psikolojik olduğu söyleniyor.
Doğrudur…
Baksanıza yazımın başlığına ve başındaki tümcelerime…
Çay kaşığına özenecek bir psikolojideyim şahsen…
Sahi biz durup dururken mi bu hale geldik? Nasıl getirildik? Kriz var mı yok mu? Eğer yoksa niye “Katma değeri yüksek ürünler üreterek, markalara yönelerek bu krizi fırsata çevirecek bir Türkiye ekonomisi var,” denildi?
Bakın yine beni bir çay kaşığı yerinde olma isteğim tutmaya başladı…
Ceyda Sevgi Ünal
|