Gün geçmiyor ki gazetelerin üçüncü sayfalarındaki cinayet haberlerinin yanında “kazara” öldürülmüş insanların fotoğraflarını görmemiş olalım. Aslında tam bir cinayet yatıyor bu “kazara” sözcüğünün altında. Akdeniz insanının o hareketli karakterini taşırken durumu abartan insanlarla çevrili etrafımız.
Her kutlamamızda silah başrollerde. Düğün olur, silah sıkılır. Maç biter, kutlama silahla olur. Misafir devlet yöneticileri silah atışıyla karşılanmasını hâlâ anlamış değilim.
Bunlar kutlamalar… Ama bu kutlamalar sırasında kaç kişi öldü bu zamana dek? Kaç düğün mezar oldu birilerine? Balkonunda çay içen, salonunda televizyon izleyen kaç kişi maç kutlaması adı altında kim vurduya gitti?
Rahmetli babam, “Silahı olan adama kız vermem,” derdi de garibime giderdi o zamanlar. Sonra sonra en ufak kızgınlığında silaha sarılanların haberlerini duydukça anladım ne demek istediğini babamın. Ülkemizde 2017 yılında 409 kadın öldürüldü,” gibi istatistiksel verileri okuyunca değil bir kadın, önce bir insan olarak utanıyorum.
Hele bir de trafik magandaları var ki; sormayın. Onlar, her an birini öldürmek için hazır çıkıyorlar sanki trafiğe. Tabii avcılık gibi saçma bir hobiden de bahsetmemek olmaz.
Hani “Tüfek icat oldu; mertlik bozuldu,” diye serzenişte bulunmuş ya Köroğlu; gerçekten silahın icadıyla dünyada tüm dengeler bozulmuş. Silaha sarılmak en doğal hak olarak kabul edilmiş. Adeta bir doğa olayı gibi, örneğin bir güneş tutulması gibi doğal kabul edilerek insanların hayatlarına girmiş silah. Onunla yatılır, onunla kalkılır olmuş. İnsanların kendilerine güvenleri sıfırlanıp sırtlarını silahlarına dayar olmuşlar.
“At, avrat, silah” gibi bir üçleme, eril yapıdaki toplumun klasik söylemlerinden olup çıkıvermiş. Aydınlıklar kararmış kimin umurunda? Gün doğmasıyla güneş, Dünya’ya ışığını yollamaya çalışırken bir günde kim bilir kaç ev kapkara olmuş silah yüzünden. Dünyanın üstünden silahın gölgesi eksik olmamaya başlamış.
Bilinçli insanlar, silahın gölgesinin bile tehlikesini anlatmaya çalışırken oyuncak silahlar, çocukların dünyasına girmiş bile. Babalarının, annelerinin aldırmadan çocuklarına aldığı silahla “Ah vuruldum!” diye oyun oynayan “şakacıktan ölen” çocuklar, geleceğin elinde, belinde silah taşıyanı olmaya çoktan aday edilmişler.
Dünyadan silahın gölgesinin kaldırılmasına engel olan ülkeler, silah tüccarları, ülkeleri birbirlerine kırdırmaya devam ederlerken bu ateşten kimlerin yüreğinin yandığı hiç umurlarında olmamış. Silahı, ellerinde bir koz olarak kullanmaya hep devam etmişler.
Yüzyıllardır süregelen bu düzenin değişmesi gerektiğini söyleyen, bu amaçları uğruna çaba harcayanlar, bu kaos ortamında yine de umutlarını yitirmeden mücadeleye devam ediyorlar. Bu cesur yürekli topluluklardan biri de Umut Vakfı.
Ben de Umut Vakfı’nın 28 Eylül Bireysel Silahsızlanma Günü dolayısıyla 23. geleneksel ödüllü yarışması olan “Bireysel Silahsızlanma: Yaşama Hak Tanıyın” konulu karikatür yarışmasında jürinin “sergilenmeye değer bulduğu” karikatürümle, bir gün silah denen anlamsız nesnenin gölgesinin dünyanın üzerinden çekileceği inancından hiç vazgeçmeyeceğimizi ifade etmeye çalıştım.
|