Kişisel olarak hiçbir şey beklemediğim bir yıla giriyoruz. Yazıma bu kadar karamsar başlayarak içinizi kararttım biliyorum ama benim açımdan öyle. “Önce sağlık” diyorum her zaman. Sonrası gelir zaten. “Umut fakirin ekmeği,” derler ya o çok ünlü piyango bileti bayisinin önündeki kuyruk, her yıl bize nasıl da o sözleri anımsatıyor. Saatlerce kuyrukta bekleyip elindeki iki kuruş parayı bir kâğıt parçasına vermek pek akıllıca gelmese de daha önce ikramiye kazananları duydukça körüklenen bir umut kıvılcımı hep oluyor yüreklerde demek ki.
Ben piyango bileti gibi şeyler almam. Onun için de büyük ikramiyenin bana vurması bir arabanın vurmasının yanında sıfır ihtimal. Hani adamın biri kendisine hiç ikramiye çıkmadığından yakınıyormuş ya çevresindekilere. Onlar da en son ne zaman bilet aldığını sormuşlar. “Hiç almadım ki!” demiş. Benimki de o mesele.
Zaten o paraların pek hayrını göreni de duymadım. Hatta sokaklarda yaşayamaya düşecek kadar acı tablolar sergileyen vaktiyle yüksek miktarda ikramiye almış insanların haberlerini kaç kez okuduk. Para demek ki öyle bir şey… Uğursuz mu geliyor? Yoksa alan kendinden geçip har vurup harman mı savuruyor? Yaşamadan bilinmez tabii. Ama akıllarını kullanmadıkları belli.
Şimdi o upuzun kuyruktakilere “Büyük ikramiye size çıksa ne yaparsınız?” diye sorsanız; “Önce ihtiyacı olanlara yardım edeceğim,” der çoğu. Yalan! Para öyle bir şey ki… Eline çok geçtiğinde insanı sapıttırıyor. O bilete vereceğin paranın onda birini bugün bir fakire verebilirsin desen eminim garip garip yüzünüze bakan çok olur.
Zenginlik de güzel bir şey değil hani. Önce istediğini alabildiğin için çok yiyorsun. O yediklerin de sana kolesterol, damar tıkanıklığı, kalp hastalığı gibi hastalıklarla dönüyor. Fakir insanlara gelince etin yüzünü görmeden ota talim edip duruyorlar. Ot deyip de geçmeyin yalnız. Bir kilo kereviz sekiz lira. Üstündeki yapraklarıyla zaten bir tanesi bir kilo geliyor. Sonrası ne mi? Makarnaya talim tabii. Bu beslenme şekli de bu kez fakirlikten bir sürü hastalığa yakalanmaya sebep oluyor. Zengin boğazını tutabilirse ne âlâ. Bir de böyle insanlar paraları kendilerine harcayıp öyle başkalarını falan düşünmüyorlar. Yoksa hakları olanı almak için aylardır grevde olan işçileri görür müydük?
En yakın örneğini kendi ailemde gördüm. Toptan kumaş mağazasında on bir tezgahtar çalıştıran halamın kocası, eline fazla para geçince uyuşturucu kullanmaya kadar işi götürüp hapse düşmüştü. Sonra gelişen olaylarla halam yirmi yedi yaşında vefat etmişti.
“Yani bir yılbaşı yazısı böyle mi olur, bu kadar mı iç karartır?” diyeceksiniz biliyorum. Ne deseniz haklısınız. Ama ülkenin durumu ortada. Ekmeğin aslanın ağzından midesine indiği bir ortamda yaşıyoruz.
Onun için yeni yıla fazla umutlara kapılmadan girersek, hiç olmazsa gerçekleşmeyen şeylerin ardından yaşanacak hayal kırıklıklarımızı, üzüntülerimizi asgariye indirebiliriz. Bu da bir savunma yöntemi olur bence.
Oysa bütün kötülüklerin sevgiyle aşılacağını düşünerek tüm kesiminin kucaklandığı, ayrı gayrı bilinmediği, herkesin düşünme ve düşündüğünü ifade etme hakkına saygı duyulduğu, “Ben yaptım oldu!” denmediği, empati yapmanın bilindiği, bireylerinin birbirini tahrik etmekten kaçındığı, kadın, çocuk ve hayvan haklarının korunması için çabalandığı, Friedrich Schiller’in “Sanat, özgürlük tarafından emzirildikçe büyür,” sözleri ışığında sanatta yol alındığı, “komşuluk” kavramına dönülüp komşusu açken huzursuz olanların çoğaldığı bir toplumda önümüzdeki yılı geçirmek ne güzel olur değil mi?
Umut işte! Yakamızı bırakmıyor…
Ceyda Sevgi Ünal
|