Hayaller nasıl yıkılır? Kendiniz için, ülkeniz için kurduğunuz hayaller… Yıkarlar. Sizin dışınızda gelişir olaylar. Öylece kalakalır, ne yapacağınızı bilemezsiniz. Tüm umutlar rafa marş marş komutu verilmiştir bir kez. Geri dönüşümsüz yıkarlar insanların, ülkelerin hayallerini, geleceklerini. Sorgusuz, sualsiz, sorumsuz…
Kaç gündür Kazdağları ile yatıp kalkan ben, biz… Sanki birden oksijenimiz kesilmiş de son nefeslerimizi verircesine çırpınan ben, biz. Adeta taptığım bir yöre. Yazlığım da vardı. Soysuz emellere kurban edilen yazlığım. Çok sevdiğim halde “Aman gitsin dedim, yeter ki bazılarından kurtulayım, elbet bir tane daha alırım, olmadı kiralarım ,” dediğim yazlığım. Tabii koşullar düzelince. Yani hep yarınlara endeksli bir yaşam içinde hayaller kurarak. Şimdi o hayallerim siyanürlendi. Benim gibi kaç kişinin, kaç ailenin…
Dünya harikalarından birini elin altın şirketi ele geçirdi. Yok efendim, bugüne dek siyanür kullanılmamış da bundan sonra da kullanılmayacakmış. Pabucuma anlatsın. Yazlıkta balkonuma kadar gelen zeytin ağacının dallarını, meyvelerini evlât sever gibi seven benim, ülkemin hayallerini mahvedenler için peygamberimizin hadisini başım dik tekrarlıyorum:
“Kıyamet koptuğunu görseniz de elinizdeki fidanı dikin.”
Bu kadar açık ve net. Bu hadisten sonra öyle görüyor ki o kesilip boy boy odun görüntüsü verilen ağaçlar, kendilerini bu hale getirenlerin cehennem ateşini körükleyecek. Fidan dikmek ne kelime… Yılların kadim ağaçları indiriliyor art arda. Şimdi onlar birer şehitmişçesine uzanmış yatıyorlar toprağın üstünde. Biz bir fidanın peşindeyken yok şu kadar değil bu kadar ağaç kesildi diye savunmalar var bir de. Güya yöre astım hastalarının birebir gelen bir yöre ki oraya yerleştikten sonra iyileşip ilaçlarını bırakan çok kişi tanıdım. Zaten bizim de oradan yazlık alma amacımız sağaltım içindi. Siyanür, oksijeni mat edecek ne yazık ki. Suya, havaya karışarak tüm yöreyi, şehirleri ele geçirecek. E zaten ağaçlar da yok. Al sana bir Kerbela… Siyanürle ilgili okuduklarımla onun ne kadar korkunç bir bileşime sahip olduğunu öğrendim. Bu işlemlerden sonra şimdi bile ülkemizde tavan yapan kanser vakaları artıkça artacak. Hastaneler dolup dolup taşacak. Ne önemi var? Şehir hastanelerimiz açılıyor. Sen bunları mı düşünüyorsun, isyan mı ediyorsun, kararlara karşı mı çıkıyorsun, ülkem öyle ya da böyle işgal edilmiş, adam gelmiş benim memleketimde benim insanımı “Türkler çok iyi taş taşıyor,” diye alaya alıp aşağılıyor mu diyorsun, ALTIN’cı Filo Çanakkale’yi terk et mi diyorsun e yeni hapishaneler de yapılıyor, soluğu alırsın. Zaten ‘Su ve Vicdan’ nöbeti tutanlara karşı hazırlıklar başladı.
Tabii ki vatandaş olarak bizde de suç var. 2009 da gelmiş bu tipler o yöreye. Anlaşmalar yapılmış, ellerine bırakılmış o kadim topraklar. İlgilenmemişiz, sanki bir şey olmaz gibi gelmiş. Ama onlar hiç durmamışlar, üst üste denemişler çalışmışlar ve projeden uygulamaya geçmişler. E doların bu kadar yükseldiği, tarımın yok edildiği bir ülkede fakirlik almış yürümüşken, Allah razı olsun muhtaca iş kapısı da açmışlar baksanıza. Yani kendi ülkesinde, “Biz geldiğimizde Dolar 2,9 du şimdi 7ye dayandı ama biz çalışanlara Türk Lirası ödediğimizden sorun yok,” diye aşağılayanın emrinde eziğin eziği duruma düşmüş vatandaş.
İnanın onların maddi kazançlarını, bizim kayıplarımızı okuyamıyorum, okuyacak gücüm onların sayılara dökülmüş halini kaldıracak durumda değil. Zaten sadece o çevre mi bu durumda ülkemde? Yabancılara satışın belli bir oranı olduğu halde çatır çatır satışlar yapılıyor yıllarca. Karadeniz malum, Araplara tahsis. Fatsa’da susmuş dillerimiz siyanüre çoktan bulanmış. Diğer bölgeler de aynı şekilde. Elini sallasan yabancı çarpıyor. Bir elin Kanadalısı mı eksik? O da gelir kurulur Türkiye’min ciğerlerinin üstüne. Üstü gerçek altın olan yörenin altını üstüne getirmeye. O da yetmiyor içlerinden bir örnek olan Salda Gölü gibi bir doğa harikasına da millet bahçesi adı altında müdahale ediliyor. Hangisini söyleyelim, hangisini yazalım?
Peki, ne yapacağız? Elimiz kolumuz bağlı kaldık. Bu su ve vicdan nöbetleri, sloganlar, yürüyüşler, birlik, beraberlik, dayanışmamız olacaklara engel olabilecek mi? O önüne bile kimse yaklaştırılmayan kalın tellerin ardında yapılan katliama dur diyebilecek miyiz? Yıllar önce bize sorulmadan yapılan bu katliam anlaşmasının önüne geçebilecek miyiz? Ülkesini seven herkes gibi gerek kalem gücümüze, gerek beden gücümüze tabii en önce yürek gücümüze dayanarak karşı koyacağız. Toma, gaz, şiddet, tutuklanma beklenenler arasında biliyoruz ama bu ülkeye, bu ülke için canını verenlere, doğaya, doğadaki diğer canlılara, doğacak çocuklarımıza, torunlarımıza, Ata’mıza borcumuz var bizim. Ve bu borç her şeyden üstün. Çünkü gelecek vaat ediyor.
Atatürk’ün vecizesinde değinildiği gibi bizim bedenlerimiz elbet toprak olacak. Ama bu ülke sonsuza dek yaşayacak, yaşamak zorunda.
Elin yabancıları gelsin, topraklarımızın içine etsin diye Çanakkale’de can vermedi onca insan… On beşliler gözü kapalı koşmadı ateşin ortasına.
|