Dur! Önündeki göle dikkat et! Fazla yaklaşma, yönünü değiştir. “Bu kadar yükle kolay mı?” diyorsun. Ne yapalım, çıktı bir kere karşına. Kaldırım taşlarının arasındaki boşluklardan ilerle. Ancak öyle güvende olabilirsin. Neden bu kadar yüklendin? Boşuna mı demişler “karınca kararınca” diye. Tatlıyı seviyorsun biliyorum. Pastanelerinin vitrinleri ile arandaki çekim gücü tarifsiz… Bu şeker krizleri değil mi senin arkadaşlarından ayrılma sebebin? Biraz daha temkinli olsan. Çevrendeki ayakkabıları tehdit olarak algılamaman ne garip! Bir ezimlik canının şehir hayatında yok olacağını bile bile. Bak, sözüme kulak asmıyorsun hala… Hayret! Ağzındakine kıyıp nasıl bıraktın yere? Susadın mı? Eh, biraz iç bakalım; ama ilerleme. İçine düşersin diye korkum.
Neler oluyor sana? Nedir bu halin? Bacakların uzamaya başladı. Kafan, göğsün, karnın hızla büyüyor. İğnen kılıç gibi şimdi. Vücudundaki ayva tüylerin neredeyse sakal uzunluğuna geldi. Çenelerin bana kalkanı anımsatıyor. Kemikleştin sen adeta. İnsanlarla aynı boydasın artık. Antenlerin vücuduna uyum sağlıyor bir yandan. Uzayan altı tane eklem bacağın, kaç kişinin canını yaktı farkında mısın? Ağzın bile çok korkunç görünüyor. Nasıl böyle olabildin? Biliyor musun beni ürkütmeye başladın. Bir yandan da üstüne binmek aklımdan geçmiyor değil hani! Öyle ya, bir daha nasıl karşılaşırım senin gibisiyle. Kendini nasıl hissediyorsun diye soracağım ama cevabını biliyorum galiba. Yüzündeki mutluluk, şaşkınlığını ezdi geçti bir anda.
Yıllardır aşağılardan baktığın pastalar, şekerler ile aynı hizadasın artık. O yüz seksen derece dönen gözlerin çakmak çakmak. Biraz önce “kaldırım taşlarının arasındaki boşluklardan yürü” nasihatime inat, ayaklarının tok sesi yankılanmakta onların üstünde. Birkaç dakikada ne kadar yürüdüğünü görmek… Seni hayrete düşüren… “Boşuna yaşamışım bugüne dek” diyen jestlerin… Kabadayıvari tavırların. Dedim ya; biliyorum, çok mutlusun sen.
- Alo 155 mi? Burada acayip bir mahluk belirdi ansızın… Neresi mi?
-
Dükkânlara, mağazalara birbirini ezerek kaçışıp sığınan insanlar. Kapanan kapılar. Camlara yapışmış burunlar. Öne geçmek için itiş kakış. Caddeye dökülüp saçılanlar. Kaçanların düşürdükleri çantalar, şapkalar. Ayakkabı tekleri. Olduğu yerde kalakalmış tramvay. Biraz önce sıkışıklıktan şikâyetçi yolcular hareketsiz, sus pus. Mağazanın birinden fırlayarak elindeki yangın tüpü ile komik bir cengâverlik sergileyen güvenlik. Peşinden ona engel olmak isteyen arkadaşı:
- Polisi bekleyelim, yanlış bir şey yapmayalım, ne olur ne olmaz.
-
Kaçan simitçinin yerdeki tablası. Etrafa saçılmış simitler. Hadi at ağzına bir tane. Neden rağbet etmiyorsun? Yöneldiğin tarafa bakılırsa sebebi anlaşılıyor. Her gün sadece kokusunu ciğerlerine çekebildiğin, işte orada. Döner… Öylece bırakıldığından ateşten tarafa olan kısmı yanmış. Seni etkilemiyor bu. “Yanarsın” diyeceğim ama gözünü döner bürümüş senin. Ön bacaklarının ucundaki taraklarla onu kesmek ha! Usta seni görüyorsa şu anda küçük dilini yutuyordur. Giysi vitrinleri seni hiç cezp etmiyor. Onlar mı? Kabinli bankamatikler. Nasıl tanımazsın? Soğuk gecelerinin sığınağını?
Dakikalardır beklenen an… Camların arkasında rahatlayan yüzler. Polise güvenip ortaya çıkanların artan kalabalıklığı. Birdenbire değişen, Avrupa Sirki’ne gelmiş ifadesi alan çehreler… Kıskıvrak haline bakan şaşkınlar. Biraz sonra seni ellemek, dürtüklemek isteyeceği belli eller. Polise alkışlar… Alkışlar…
Siren sesleri, kirli yüzünde cam gibi iki gözün ortaya çıkmasına sebep oldu. Göz kapaklarını zorla açabilsen de. Kalk çocuk. Toparlanmaya çalış. Her yerin sızlıyor, ağrıyordur şimdi senin. Yere serdiğin karton seni ne kadar koruyabilir ki? Sen değil miydin küçükken annenin kucağında başparmağını emen? Artık bali saklayan ellerin, burnunun ucunda yumruk olmuş. Yine bugün acıyarak yanından geçen birileri sana simit verecek belki oysa senin para bulman lazım. Daha büyük kabuslara gebe kafanı uyuşturmak için. Ama sen küçüğüm bu ülkenin çocuğu olarak benim önceliğim olmalısın, kabuslarının değil.
|