Memleket güllük gülistanlık. Herkes hakkını almış rahat rahat oturuyor. Kimsenin hakkı kimseye geçmiyor. Alnının teriyle kazanılmış mallar, mülkler, makamlar. Hapishanedekilerin hepsi işledikleri cezanın suçunu çekiyor. Yediğimiz tüm yiyecekler sağlıklı, kimse hile hurda yapıp tüketicinin hakkını gasp etmiyor. Rüşvetin ne olduğunu bilen yok. Memur, işçi layık olduğu hayatı yaşıyor. Gelir dağılımındaki hakkaniyet ise o kadar mükemmel ki… Her şey tıkır tıkır işliyor ülkemizde.
Ama bir durum var. Orada yapılan haksızlığa dayanamıyoruz. O yüzden de bu yılki Eurovision'a katılmıyoruz. Böylece haksızlıklara karşı çıkıyoruz. Yani şimdi burada Çocuklar Duymasın dizisinin babası taş fırın erkeği Haluk'un o meşhur "babababaaaa"sını yapmayım da ne yapayım?
Yahu kendi ülkemizde bu kadar haksızlığa bulanmış ilişkiler varken senede birkaç gün ülkemizin tanıtımını yapabileceğimiz etkinlikten niye mahrum ediliyoruz anlamadım gitti. Niye bayrağımız dalgalanmıyor İsveç'te? İki milyar dünya insanının izlediği bir yarışma bu. Bir turist bin turisttir diye bir laf bilirim ben. Zaten bir Orta Doğu kaosunun içine itiliyoruz. Bari bu yönden birkaç günlüğüne dönüverseydik Avrupa'ya yüzümüzü.
Durumu anlamak için yapılan açıklamaları okuyorum. 2003-2011 yılları arasında bir birincilik, üç dördüncülük, iki yedincilik, bir ikincilik aldığımız bir yarışmadan bahsediyoruz. Gördüğünüz gibi yabana atılacak bir başarı değil. Meğerse aldığımız bu sonuçlarda oylama sisteminin yani e izleyici oylamasının(televoting) etkisinin payı büyükmüş.
2011 yılından itibaren izleyici oylarının etkisi yüzde elliye indirilmiş. (Yüzde elli izleyici, yüzde elli jüri) Bu kararın alınmasında, EBU'nun (Avrupa Yayın Birliği) ayrıcalıklı üyesi beş ülkenin (Almanya, Fransa, İngiltere, İspanya, İtalya) son yıllarda elde ettiği başarısız sonuçların etkisi olduğu düşünülmekteymiş. Bu beş kafadar ülke diğer ülkelere sormadan yarışma sistemini değiştirmişler meğerse. Üstelik bu ayrıcalıklı beş ülke, yarı final elemelerine katılmadan doğrudan finalde yarışırlarmış hep.
Yani bu ülkeler haksızlık yapıyorlar. Biz de buna protesto edip yarışmaya katılmıyoruz. Ee, zaten bu ülkeler bize yıllardır haksızlık yapıyor 1989 yılından beri AB'nin kapılarında bekleterek. Kıbrıs Rum Kesimi, 2004 yılında girdi üstelik Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında. Bize gelince Kopenhag kriteri falan diyerek oyalayıp duruyorlar. Diyeceksiniz ki o başka bu başka. Burada konu müzik. Öyleyse niye Eurovision'dan siyasi bir yarışma diye bahsedilip duruluyor. Madem haksızlığa
gelinemiyor. Dersin ki "kardeşim siz bizi aranıza almıyorsunuz biz de sizin yaptığınız hiçbir etkinliğe katılmayacağız." Bu kadar basit. Protesto budur bence.
Portekiz ve Polonya bu seneki Eurovision yarışmasına ekonomik nedenlerle katılamıyorlarmış. Bizim sorunumuz ekonomik falan değilmiş. Biz haksızlığa gelemiyormuşuz sadece. Bir elimiz yağda bir elimiz balda olduğu için mali yönden sıkıntımız yoktur tabii. Ekonomik durumumuzun düzgünlüğü Suriyeli mültecilere harcanan paradan anlaşılıyor zaten.
Bizimki aslında tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamış hesabı. Bu arada hazır küsme moduna girmişken ön ayak olunup bir Orta Doğu şarkı yarışmasının kurucularından mı olsak ne? Bazı düzenlemelerle o tarafa meyil etmişken. Öyle bir söylenti gezer durur zaten. Bakalım o zaman kim kimi tutacak? Siyasi mi olacak yarışma, haksızlık olacak mı? Hatta bazılarını rahatlatmak için Kürtçe şarkı ile de katılabiliriz. Malum bu konuda taraflardan gelen talebe istediğimiz dilde katılabiliriz diye yeşil ışık yakılmıştı zaten
Eurovision'a bu sene katılmamamızın insanı rahatlatan yönleri de yok değil tabii. Yoksa kim gidecek, o mu yollanacak, bu mu diye merak edip duracaktık. Ardından seçilen kişi için yorumlar başlayacaktı. Yok, çok gençmiş, yok yaşlıymış, tecrübesi azmış, torpili varmış. Vay ne giyecek? Koreografi nasıl olacak? Kızlar önde mi dursun (hoş son senelerde nedense kız falan göremedik gidenlerin arasında ya) Halk seçseymiş daha iyi olurmuş da. Sonra seslendirilecek besteye gelecek sıra. Türkçe mi olsun İngilizce mi? Bu yüzden katılacak kişiye anasından doğduğuna pişman olacak atıflarda bulunulacak. Özel hayatı didik didik edilecek. Müzik otoriteleri birbirine girecek. Son günlere kadar bir heyecan. Birinci turu atlama heyecanı. Atladı, atlamadı, komşu komşuyu tuttu polemiği. Siyasi bu yarışma söylemleri ( zaten bunlar birbirini tutar, bak bak görürsün şimdi öbürü de ona oy verecek biraz sonra, kardeşim bu yarışma yarışmalıktan çıktı ya gibi). Elalemin nine yarışmacılarını bizim ninelerle kıyaslayıp üzüleceğiz belki yine. Velhasıl bir tantana sürüp gidecek günlerce. Oh be kurtulduk! Kafamız rahat bu sene. Mayıs'ın bir cumartesi gecesini o haksızlık abidesi yarışma ile harcamayacağız. Çekirdek çitleyip eğlenecektik diye hayıflananlar siz hayıflana durun ben Bülent Özveren'in sunumundan mahrum kaldım ya yanarım yanarım ona yanarım.
Madem haksızlığı bu kadar önem veriyoruz kendi ülkemizde yapılan haksızlıkları kuruluşlar, kurumlar böyle karşı durup protesto etsinler. Örneğin TRT'nin elinden alınarak Birleşmiş Milletler' e verileceği ya da otel yapılacağı konuşulan TRT'nin Harbiye'deki müze olabilecek özellikteki binası için TRT çalışanları ve koro üyelerinin yaptığı eylem gibi…
|