Yıl 1994. Almanya’dan İstanbul’a döneli dört sene olmuştu. Ortanca oğlum ilkokula başladı. Kardeşi ondan bir buçuk yaş küçük. Onunla birlikte derslere katılıyorduk. Ben içimde ukde kalan öğretmenliği, oğlumun öğretmeninin yazma, çizme, fiş düzenleme işlerine yardım ederek bastırırken küçük oğlum hiç oturmaz, tahtanın kenarında dururdu.
Biliyorsunuz eskiden öğrencilere okuma öğretme işi, fişlerin ezberletilmesi ile başlardı. O gün artık Ali topu at, Ömer mısır sever, İpek ipi tut gibi fişler bitmiş sıra önemli bir fişe gelmişti. Her çocuğun önündeydi bu fiş ve tahtaya kocaman harflerle yazılmıştı.
Ben Türküm.
Öğretmen önce tüm sınıfa defalarca tekrarlattı; sonra çocukları tek tek ayağa kaldırıp okuttu cümleyi.
Ben Türküm. Ben Türküm.
Daha sonra tahtanın önünde duran küçük oğluma dönerek “sen de söyle bakalım oğlum” dedi ve tekrarladı.
Ben Türküm.
Oğlum omzunu silkerek cevap verdi: Ben Almanım.
Çocuklar şaşkın şaşkın bakarken öğretmenle ben gülmeye başladık. Çocuklarıma “ siz Almanya’da doğdunuz” dediğimden ve yaşının küçüklüğünden ortaya çıkan bir durumdu bu tabii.
Öğretmen sınıftaki çocukların şaşkınlığını dağıtmak için tekrarlatmaya başladı onlara.
Ben Türküm. Ben Türküm.
O minik yavruların sesleri çağlayan olmuş; sınıfın kapısından, pencerelerinden taşıyordu.
O zaman güldüğüm; şimdi içimi buran o anımın hatırına ben de haykırıyorum.
BEN TÜRKÜM!
|