İnsanın doğumu ne kadar doğalsa ölümü de bir o kadar doğaldır. İslam dinine göre ölüm haktır. Zincirlikuyu’nun kapısında yazan gerçek bu değil midir? Açıkça söylemiyorum çünkü o ayet-kerime mealini okuyan herkes az da olsa bir irkilme geçirir. Mezarlık girişine yazılma-sı anlamı iyice pekiştirmiştir. Adeta “akıllı ol! Bir gün sıra sana da gelecek elbet” diye uyarmaktadır. “Allah genç ölümü vermesin” derler, doğrudur ve çok acıdır. Bunu, yirmi yedi yaşındaki kızını kaybeden babaannemin her gün ağlayıp sessiz sessiz ağıtlar yakmasından bilirim. Küçükken elli yaşlarında ölenler için “ genç gitti” denilmesini yadırgardım. Şimdi yaş elliye gelince “haklılarmış” diyorum çaresiz.
"Hak vaki olmuş" derler. İşte o andan sonra ebediyete göçen, başka bir aleme yol alırken arkada kalan yakınları ve tanıdıkları için bir seremoni başlar. Mezar yeri bulma ve işlemleri yapma, genellikle evin oğluna veya en yakın akraba olan erkeğe düşer. Yorucu bir iştir ama prosedürle uğraşırken evde bekleyenler kadar acı hissetmez insan. Ölenin en yakınları büyük bir üzüntü içindedirler. Ateş düştüğü yeri yakar, ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar sözleri bu durumu gayet güzel anlatır. Evdekiler genellikle, olayı kabullenemediklerini bildiren cümleler sarf ederler önceleri. Daha sonra gelenlerin telkinleri ile bunun kader olduğuna razı olurlar. "Allah rahmet eylesin", "yattığı yer nur olsun","Allah sabır versin". Bu klasik cümleleri söyle-yen taziyeciler oturacak bir yer bulup önlerine bakmaya başlarlar. Ben öyle olurum. Sanki rah-metliyi ben öldürmüşüm psikolojisine girer başımı kaldıramaz hani kaldırırsam” yürü gidiyo-ruz” deyip nezarete atacaklarmış gibi gelir bana. Hele bir de öleni hasta iken, içim elvermeyip ziyarete gidememişsem. Benim için başsağlığı dilemek de çok zordur. Karşımdaki acılı kişiye söyleyeceğim klişe cümleler yavan kalır bence hep. Aslında ne güzel temennilerdir onlar.
Telefonlaşmalar olur.” Ne oldu? Yer bulundu mu? Ne zaman, nerden kalkacak? Yıkandı mı?” Kırkında sonra azanı pakladığı söylenen teneşir üzerinde olan bu son temizlenmeye bazen yakınlar da katılır. Yalnız bu işleme lazım olan malzemeler için tedarikli olmalıdır. Yoksa o sırada fellik fellik manifaturacı ararsınız. Tevekkeli değil eskiden yaşlılarımız, kefenlerini ve diğer malzemeleri hazır edip bir kenara koyarlarmış. Bu arada ev dolup taşmaktadır. Acı haber tez duyulur sözünü ispatlarcasına akın akın gelir insanlar. Daire kapısının önü, pazardaki ucuz ayakkabı satıcısının tezgâhına döner nerdeyse. Her gelenin elinde mutlaka bir yiyecek olur adet olduğu üzere. Bazı insanlar içinden gelerek almış veya pişirmiştir. Bazıları da gösteriş olsun diye ev sahibinin gözüne sokarcasına getirdiğini verir. Arada fısıldanmalar başlar. “Nasıl öl-müş? Yanında kim varmış? Zemzem verilmiş mi? Hangi vakitte hangi camiden kalkacakmış?” Uzak şehirlerden gelenler beklenir. Uçak seferleri yaygınlaştığı için kısa zamanda gelenlerle ortalık daha da karışır. Çünkü uzun zamandır görememişlerdir rahmetliyi. Ağlama sesleri ol-dukça yüksek tonlara çıkar. Her gelene ölüm anını anlatmak zorunda hisseder en son yanında olan kişi. Anlattıkça yeniden yaşar o anları, daha da kötüleşir. Belki de yıllardır dayağını yediği “bir kurtulsam “dediği kocası ölmüştür. Gözyaşları "evimin direğiydi" laflarını ıslatırken “kur-tuldum mu ne” şaşkınlığı yüzüne tam oturamamıştır. "İşte kadın milleti" deyip hemen lafa baş-lamayın beyler! Hakkınızda daha cenazeden dönerken şapka altından yeni eş arayışlarına baş-ladığınız rivayeti almış yürümüştür. Bunu, daha eşinin kırkı dolmadan evlenenlerinizin çokluğu
doğruluyor. Hiç siz eşinin ölümünden hemen sonra evlenen kadın duydunuz mu? Hatta geri kalan ömürlerini evlenmeden geçirirler.
Camiye gitme vakti gelmiştir. Musalla taşına konan mevta için buranın kıymetini bilmeli derim hep. Ne boğulup bulunamayanlar, ne yanıp kül olanlar veya hunharca bir cinayete kur-ban gidip vücutları bir bütün olarak defnedilmeyenler vardır. Tabutunun başucunda oğlu veya akrabadan bir erkeğin durduğu cenazenin, olayları ruhsal olarak seyrettiği söylenir. Oğullarım küçükken, hastanede ağır olarak yatan dedelerini ziyaret edememişlerdi. Kayınpederim, onları görmeyi çok istemişti. O günlerde, oyun oynayan çocuklarım birden yerlerinden kalkarak “de-de, dede” diye cama doğru koştular. Meğerse o anlarda ruhunu teslim etmiş adamcağız. Çok sevdiği torunlarını, o ziyarete gelmiş. Bu yaşanmışlık bana ruhun, cami avlusunu seyrettiğini tezini ispatlıyor. O anda kaç kişi kalan mirası düşünüyordur? Kaç kişi "işim kaldı, bitse de git-sem" diyordur içinden. “Çok para verdim ama değdi, yollamasam laf olurdu şimdi” diye gön-derdiği çelengi hayran hayran seyreden de vardır mutlaka. Bazı hayır kurumları orada hazır bulunuyorlar. Gidip para veriyorsunuz görevli hemen isminizdeki harfleri siyah bir şeride ya-pıştırarak sembolik çelengin üzerine iliştiriyor. Bu bağış şekli bana öyle ticari geldi ki, öyle banal! Bağış sırasına girmiş insanların, çelengi ile gösteriş yapandan bir farkı yok bence. Ba-ğış denilen şey gizli yapılmalıdır. Herkesin önünde bu iş olmaz. Bağış yapmak için ölüm ol-masını beklememeli insanlar. Şimdilerde pek yapılmasa da kadınlar başlarını örterler burada. Cami avluları, bilhassa ünlü cenazelerinde, podyumu andırmaktadır. Bazıları taktıkları büyük siyah gözlüklerle ne saklamak isterler acaba? Gözyaşlarını mı? Kötü görünecek yüzlerini mi? Yoksa etrafı rahatça kolaçan etmeye mi yarar bu gözlükler? Evdeki o kasvet artacağı yerde dağılır. Bunun nedeni de uzun süre görüşemeyenlerin hal hatır sormaları ve bunun günlük ko-nuşmalara dönüşmesidir. Naaş bir köşede kalmıştır. Sanki o değildir biraz sonra son yolculuğu-na çıkacak. İlgi azalmıştır kendisine. Ailesi gelenlerle alakadar olmaktan son defa bakamaz bile ona. Hocanın cenaze namazına başlamasıyla tekrar matem havasına dönülür. Artık hanımlar da namazda saf tutuyorlar. “Nasıl bilirdiniz?” diye soran imama kimse, “şöyleydi, böyleydi” di-yemez. "İyi bilirdik" derken doğruyu söylüyorlar mıdır acaba? Bu cümleyi canı -gönülden söy-letebilen için ne mutlu! Helalleşme de bitince dört kollu taşınmaya başlanır. O an, dünyada insanın en yüceldiği andır görünüş olarak. Tabii “amma da ağırmış” diye düşünen biri olmazsa omuz verenler arasında. Neyse ki tabutun bir ucundan bile olsa tutmak isteyen gönüllüler de çoktur.
Mezarlığa gelinir. Ritüel dini tören yapılırken insanlar deyim yerinde ise “koparlar”. Hele çocuk mezarlarını görmek herkesi etkiler. Sağ yanına yatırılan ölümlü üzerine atılın toprakla öldüğünü anlarmış diye duymuştum. Yeni bir hayat onu beklemektedir. Dünyadaki davranışla-rına göre muamele görerek mahşeri bekleyecektir. Teknoloji, hocaların elinde mikrofonla dua yapmasını sağlamıştır. Talkın için herkesin gitmesini bekleyen hocalar yok artık. Ben bunu kadınların mezarlığı gelmesine bağlıyorum. Eskiden mezarlığa gelemeyen hanımlar şimdi de ayrılmak bilmiyorlar oradan. Cenazelerde ağlayanların çoğu bir gün ben de öleceğim diye ken-di için ağlar aslında. Mezarlıkta bütün kin ve nefret duyguları sanki selvi ağaçları tarafından emilip alınır. “İşte ne götürdü, iki metre bezin dışında” denir Niye birbirimizi kırıyoruz? Bu kavga bu gürültü niye?” diye düşünülür ta ki dönüş yoluna kadar. Şehrin karmaşası insanı içine
alıp trafiğe girilince dünyaya geri dönülür "ehliyeti bakkaldan mı aldın" serzenişleri ile… Tö-ren bittikten sonra hep beraber eve gelinir. Birkaç marifetli kadın mutfağı ele geçirerek gelenle-re servis yaparlar. Bir yandan da helva yapımının başladığı irmiğin yağla kavrulma kokusundan anlaşılır. Şimdiler de plastik tabak çatal kullanılmaya başlandı. Gerçekten büyük kolaylık. . Ben de çocuklarıma öyle yapın diye vasiyet ettim. Kimse benim için yorulmasın. Ayranlar da amba-lajlı kutuda veriliyor. Hatta bazı ev sahipleri kebapçıya verdiği bir siparişle bu yemek işini hal-lediyor. “Gelen onca yemek ne oluyor?” derseniz daha bunun çay ikramı var, sonradan gelenler ve yedi gün okutulacak duada yapılacak ikramlar var. Yedi, kırk ve elli ikinci gün mevlitleri var. Oldum olası bu yemek işini anlamam. İnsanlar “aman ne güzel! Biz yaşıyoruz oh!" diyerek kendilerini yemeye mi vuruyorlar acaba? Onları mezarlık mı acıktırıyor bu kadar? Başlı başına bir tatmin bu. Ne zaman bir cenaze evine gitsem ziyafet havası olur ve ben çok rahatsız olurum bu durumdan. Anneannem vefat ettiğinde bir çorba yapmıştım. Koyuca olmuş. Taziyeye gelen bir hanımın tabağındaki çorbaya su katması beni çok sinirlendirmişti. Bu tavrımı on dokuz ya-şın kırılganlığı diye düşünüyorum bugün.
Yedi gün okunan dualar ve sonrasındaki mevlitten sonra yavaş yavaş gelenler azalmaya başlar. Kırk ve elli ikinci gün mevlidinden sonra da kimse uğramaz olur. İşte böyle başlar dün-yadaki yalnızlık. Aynı şey ölen için de geçerlidir. Kalabalık içinde yapayalnızdır. O da, evde-kiler de bayramları bekler olurlar çaresizce…
Sevgi ÜNAL
|