Sobanın üzerinde demlenen çayın kokusu ile “Kalk artık Kemal'im, kahvaltını et” diyen babaannemin şefkatli sesi birleşince neşe içinde uyanırdım her sabah, bir iki ay öncesine dek. Annemin çalışması beni babaanneme çok bağlamıştı. Bütün gün beraberdik. O, kahvaltıdan sonra yemek yapıp, evi toplarken ben de oyuncaklarımla oynar, televizyon seyrederdim. Annemin dediğine göre artık anaokuluna gitme vaktim gelmiş; ama gidemezmişim. Devlet okulu da olsa para lazımmış. Komşunun oğlu nasıl gitti geçen sene anlamıyorum? Onun da annesi babası çalışıyordu, benim de. Bir de kardeşi var. Hem annem, babamın ikinci bir işe gittiğini söyledi. Babam bu yüzden gece yarıları eve gelebiliyordu demek. Hafta sonları da evde değildi. O zaman neden bizim paramız anaokuluna gitmeme yetmiyordu? Evimiz de kendimizin. Dedemden kalan bu gecekondu çok tamir istiyormuş; ama kira vermiyoruz diye seviniyor babaannem. Evin sadece bir odasında yanan soba, annemle babamın odası gibi çok soğuk olan evin diğer bölümlerine küs mü diye çok düşünmüşümdür. Annem yatmadan önce beni hep koklayarak öperdi. Zayıf, mavi gözlü sarışın bir kadın annem. Onu bazen ağlarken görürdüm; ama "gözüme bir şey kaçtı" deyip dururdu bana. Babam, esmer, zayıf, uzun boylu, yüzü hiç gülmeyen bir adamdı. Annem gibi öpüp koklamazdı beni. Zaten içtiği sigaranın kokusunu hiç sevemedim ama baba kucağı bir başka işte. Bazı sabahlar uyurken onun beni öptüğünü hissetmek… Güven ve huzur… O yanağıma belli belirsiz konan öpücükle yüreğime yol alanlar…
Komşu teyze ile babaannemin televizyondaki evlilik programlarına düşkünlükleri meşhurdur. Yine böyle bir program seyretme seanslarında babaannemin “çok pişmanım, kızın başı yandı. Unutur sanmıştım olmadı sevemedi bir türlü bunu, bugünlere geldik işte”demesi kafamı hayli karıştırdı. Kimin başı yanmıştı? Kim kimi sevmiyordu? Ağlayan babaanneme oyuncak arabalarımı yerde bırakıp koştum, sarıldım. Gözlerini sildi. Konuşmadan çaylarını içmeye devam ettiler. “Çişim geldi” diyerek odadan çıktım. Kulağım onu dayadığım oda kapısı ile uyum sağlayamamış olacak ki içerdeki konuşmaları bir türlü algılayamadım. Biraz durup içeri girerken babaannem“ bu senede yaz gelmiyor bir türlü baksana soğuğa” diye havadan sudan konuşmaya başlamasın mı? Komşu gidince “o başı yanan kız kim? nerede yakmış başını?” diye merakla sordum. Babaannemin cevabı beni korkuttu: “Komşunun akrabası bir kız varmış sobayla oynamış, başını yakmış.” Anlaşılan artık sobanın yanından geçerken daha dikkatli olmalıydım.
Bir hafta sonra kapı çalındığında kucağında bebeğiyle bir teyze karşımızdaydı. Hemen kanım ısındı bebeğe. Başındaki azıcık saçı, pembe bir toka ile tutturulmuştu. Eline arabalarımı verdim. Biliyorum, kızlar hoşlanmaz ama ne yapayım başka oyuncağım yok ki. Annesi ağlamaya başladı. Zaten teyze gelince babaannemin bakışları sürekli değişir olmuştu. Bebeğe bakarken sanki bana bakar gibi sevgi doluydu; ama teyzeye bakarken pazarcıya “çürükleri doldurmuşsun” diyerek kese kâğıdını boşaltması sırasındaki bakışlarını gördüm gözlerinde. Teyze “dayanamıyorum artık” dedi. “Ne olacaksa olsun. Ben çocuğumu düşünmek zorundayım. Kirayı veriyor ama açız, bebeğin mamasını bile alamıyoruz. Mecburum buraya gelmeye. Ona teklif etsem hemen kabul eder. Ama önce sana söyleyeyim dedim.” Babaannem “buna karar verecek ben değilim, zaten kızın hayatını kararttık. Nasıl razı olsun?” diye fısıldadı. “Ne oluyor? Kim kimi karartmış? Nasıl bir şey bu?” Teyzenin ağlaması hiç bitmedi. Sıkıldım, “keşke bu teyze hiç gelmeseydi” diye aklımdan geçirdim ama bebek öyle güzeldi ki… Bir kere öptüm onu yumuşacık yanağından. O da burnumu elledi yumuk elleriyle. Bütün arkadaşlarımın kardeşleri var, beraber oyun oynuyorlar. Kızlar arabalarla oynamaz ama ben yine de bir kız kardeş istiyorum. Babaannem teyzeye “sen şimdi git” der demez teyze yerinden fırlayarak “olmazsa çocuğu bırakıp başımın çaresine bakacağım” diye öfkeyle bağırdı. “Bana bak” dedi babaannem “bizim töremizde, giden bir kadın bir daha asla geri dönemez. Hem nereye gideceksin? Kenan seni öldürür alimallah.” “Ne! Bu Kenan benim babam değil mi? Neden öldürsün ki teyzeyi? Benim babam televizyonda babaannemin cık cık cık diyerek izlediği katillerden mi olacak?” Karnıma ağrılar girmeye başladı. Teyze gittikten sonra soru yağmurum başladı. Bu teyzenin Kenan isimli bir akrabası varmış… Babaannem niye anlatırken gözlerini benden kaçırdı? Hiç böyle konuşmazdı benimle. Ayrıca misafir geldiğini de annene anlatma diye tembih etti. Annem, teyze gibi dertli insanlara çok üzülürmüş. Annem üzülmesin diye akşam hiç anlatmadım ama o tatlı bebeği söylememek için de kendimi zor tuttum.
O gece annemlerin odasından gelen birtakım seslerle uyanarak oraya gittiğimde ağlayan annemin iki yanında oturan babam ve babaannemi karşımda buldum. Beni görünce irkildiler. “Annen biraz hastalandı” dedi babam. “Hadi sen doğru yatağına.” Yatağıma geri döndüğümde dua ettim “annemi iyileştir Allah’ım” diye. İki gün sonra geçen günkü bebekli teyze yine geldi. Bu sefer elinde bir de bavul vardı. Bavulu kapının girişine bıraktı. Kapıda teyzeyi gören babaannemin önce yüzü sarardı sonra yeşile döndü daha sonra da kıpkırmızı oldu. Bütün gün hiç konuşmadılar. Misafire hürmette kusur etmeyen babaannem, teyze bir şey söyleyecek olsa hemen tersledi. Acaba o da annem gibi hasta mı oluyordu?
Akşam eve gelen annemin, ağlayarak odasına koşması bana onun hala iyileşmediğini düşündürdü. Yanına gittiğimde “Sen git burası soğuk” dedi. Hastalar soğukta durmazdı ki. Babam o akşam ilk defa eve erken gelmesine çok sevindim, koştum boynuna sarılmak istedim ama çizgi filmlerde gördüğüm robotların katılığı ile karşılaştım onun bedeninde. Teyze, konuşmadan bir köşeye oturan babamın kucağına bebeği bırakarak sofrayı kurdu. Bebeğe bakışını gördüm babamın. Bana “ne haber yakışıklı” diyen bakışına ne kadar benziyordu. Sofraya gelemeyen anneme yemek götüren babaannem, az sonra ağlamaklı geri dönüp elindeki tepsiyi fırlatırcasına masaya koydu. İçindekiler lunaparkta binmeye doyamadığım çarpışan arabalar gibi birbirleriyle tokuştu. Artık annemin hastalığının çok kötü olduğuna emindim Vakit geç oldu; ama teyze evine gitmedi. Kendisine benim yatağımın yanına yatak hazırladı. Sabah annemle babamın evde olmamasına rağmen o yine bizdeydi. Babaannemin asık olan suratı anneannemin gelip de avaz avaz bağırmasıyla daha da asıldı. “Kızımızı alacağız, bu zamana kadar zaten zor sabrettik” diye bağıran anneannemi hiç böyle sinirli görmemiştim. Giderken “gelecekse tek gelecek, kocam çocuğu istemiyor.”diye sesinin en üst sınırlarını zorladı. Anneannem gidince babaannem, teyzenin üstüne yürüdü. “Gördün mü yaptığını, bu mazlumun ne günahı var?” diyerek beni gösterdi. Benim günahım neydi? Teyze bana ne yapmıştı? Hem babaannem değil miydi “çocuklar melektir onların günahı olmaz” diyen.“Of Allah’ım! Neler oluyor? Bu teyze geldiğinden beri evimizde daha önce olmayan konuşmalar yapılıyor, olaylar bitmiyor. Gitsin artık.”
Akşama doğru eve gelen annem yine ağlayarak odasına koştu. Madem hastaydı niye işe gidiyordu? Tabii beni odaya sokmadılar. Bir saat sonra yanıma gelen annem, bana sımsıkı sarıldı. Öptü öptü öptü. Ben de onu öptüm. Gözyaşlarımız birbirine karıştı.“Çabuk iyileş anneciğim” dedim.“Ben çok üzülüyorum.” “Tamam, ben hastaneye yatacağım iyileşmek için. Sen güzel güzel oyuncaklarınla oyna, yemeklerini ye, babaanneni de üzme olur mu oğlum?”dedi. Kapının önünde bir bavul gördüm. Sıkı sıkı sarıldım annemin boynuna bırakmak istemezcesine. Mecburdu oysa iyileşmek için gitmesi gerekiyordu. Babaannemin “çocuk üşüyecek” diye uyarmasından sonra annem, beni kucağından yere bırakıp bavulu eline aldı ve ardına bakmadan yürüdü, gitti. Babam yine erken geldi o akşam. Bağırıp çağırdı. Sanırım annemin hastalığı onu da çok üzdüğü için böyleydi. O akşam için için ağlayarak uyudum. Rüyamda annem beni çağırıyordu karşılarda bir yerden. Koşuyordum koşuyordum; ama bir türlü kavuşamıyordum sanki yol gitgide uzuyordu. Sıçrayarak uyandım. Çok terlemiştim. “Babaannemi uyandırayım, söylemezsem kızar” diye düşünerek yatağımda doğrulurken yanımdaki yatakta sadece bebeğin uyuduğunu gördüm. Teyze, herhalde tuvalete gitmişti.
Yaz geçti. Annem hâlâ hastanede. Babam çocukları almadıkları için beni hastaneye götürmüyor. Telefonla konuşuyoruz; ama bu da bana yetmiyor. Ona olan özlemimi, burnumda duyduğum kokusu ile gidermeye çalışıyorum. Okulların açılması, benim anaokuluna sadece dışarıdan bakmama yaradı. O cıvıl cıvıl çocuklar niye benim de arkadaşım olamıyor? Artık asık suratlı olmayan babam her akşam eve erken geliyor. Teyzenin kızını da sarılıp sarılıp öpüyor sonra da beni öpüyor. Teyzeyle de çok şakalaşıyorlar. Babam açılan iştahı ona kilo aldırdı ama ben zayıfladım. Tabağımdakileri arkamdan ağlamasın diye zorla bitiriyorum. Ara sıra oyuncaklarımın arasına bebeğinkileri de katıyorum. Arkadaşlarım duymasın ama değişiklik iyi oluyor. Pazar günü hep beraber gittiğimiz parkta teyzenin kızı ile kumlarla oynarken çok eğlendik. Geçen gün parkta uzakta gördüğüm bir kadın anneme öyle bir benziyordu ki babaannemin yanına koşup söylediğimde “oğlum bilmiyor musun annen hastanede?” diye beni azarlamıştı. Ama ben öyle emindim ki. Bu kadar mı benzerlik olurdu? Bugün yine o kadını görebilir miyim diye ağaçların arkalarına dikkatlice baktım; ama yoktu.
Bugün teyze “ben artık burada yatmayacağım” dedi. “Sus! Bari bunu yapma, garibim anlamasın bir müddet. Zaten ne zaman uyansam yerinde değilsin” diye cevap verdi babaannem.
Şimdi babaanneme “hangi garip?” diye sorsam yine başlayacak anlatmaya “akrabalardan birinin torununu için demiş de, zavallı çocuk şöyle olmuş da, böyle olmuş da. Neme lazım sormayayım en iyisi.
|