Türkiye çok partili siyasi hayata geçtiği gün den beri huzur bulamadı.
Kimse bu cümleden tek partiyi savunuyor gibi aptalca bir anlam çıkarmasın.
Eğer çok partili sistem ile birlikte demokrasiye de geçilebilseydi günümüzde yaşanan kargaşa olmayacaktı.
27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül rezilliklerini yaşamayacaktık.
CHP’nin iktidarı bırakırken gösterdiği olgunluğu Demokrat Parti gösteremedi.
İktidarıbırakmamanın yollarını aradı ve bu yolda uygulamalar yaptı.
Demokrat Parti’nin yanlışları askeri darbeyi haklı yapmaz.
27 Mayıs darbesiyle yerinden oynayan taşlar siyasi yaşamı kör düğüm etti.
1970-1980 arasında 5000 genç öldü.
Kim, neden, niçin, nasıl öldürdü sorularının yanıtının altında siyasetçilerin ve devletin aymazlığı yatmaktadır.
Siyaset dünyamızdan kimler gelip geçti.
Bunlar kendi partileri içinde bile demokrasiyi uygulayamadılar ama Türkiye’ye demokrasi getirme iddiasıyla bir husumet cephesi oluşturdular.
Husumet yerine uyum ve rekabet seçilseydi öle gençlerimiz bugün mezarda değil devletin yönetim kademelerinde olacaklardı.
Herkesin bildiği bir öykü vardır.
Belki birileri okur da ders alır diye bir kez a daha yazıyorum.
Evlat acısı ve kuyruk acısıyla yaşamayı sürdürürsek bu yüzyıldan çıkamayız.
Gelelim öykümüze.:
Zamanın birinde, bir oduncu ormanda odun keserken çalı arasında bir yılana rastlamış.Elindeki baltayı kaldırıp yılanın başını vurmak üzereyken bir an göz göze gelmiş.
Yaratana olan aşkı -yılan bile olsa- yaratılana yansımış ve yılana vurmaya kıyamamış.
Yılan da duygulanmış ve dile gelmiş. ''Ey insanoğlu, sen bana kıyamadın, bende sana iyilik edeceğim'' demiş.
Bir kör kuyuya dalmış ve kaybolmuş. Biraz sonra ağzında bir altın lira ile dönmüşve ''Bundan böyle ömür boyu sana her gün bir altın lira vereceğim!'' demiş.
Oduncu altını bozdurmuş ve evinde o gün şenlik olmuş. Ailesi de dahil hiç kimseye olanı biteni anlatmamış. Herkes sadece oduncunun çok çalıştığı için durumunun düzeldiğini sanmış.. Oduncu yıllar boyu her gün o kör kuyunun başına gitmiş,yılan ile buluşmuş ve altınını almış.
Bir gün oduncu hastalanmış. Kuyunun başına gidemez olmuş.Birkaç gün geçince bolluğa alışmış evde darlık başlamış.
Oduncu oğlunu yanına çağırmış ve yılanın sırrını anlatmış. ''Kör kuyunun başına git ve oğlum olduğunu söyle; yılan sana altın verecek!'' demiş.
Oğlu inanmamış ama gitmiş. Yılan önce saklanmış, sonra ortaya çıkmış. Onun oduncunun oğlu olduğuna iyice inanınca da kuyuya inip bir altın getirmiş. Oğlan önce inanmadığı hikayenin gerçek olduğunu görünce hırsa kapılmış, ''Kim bilir daha ne kadar altın var kuyunun içinde!'' diye düşünmüş. Hırsla yılanı öldürmek için bir hamle yapmış, ıskalamış ama yılanın kuyruğunu koparmış. Yılan da can havliyle dönüp oğlanı sokmuş ve öldürmüş.
Akşam yaklaşıp da oğlu gelmeyince oduncu iyice endişelenmiş. Hasta yatağından sürünerek bile olsa kalkmış. Kuyunun başına gitmiş ki oğlu cansız yatıyor
. Yılanda o anda görünmüş; kuyruğu yok ve kanlar içinde.
Oduncu durumu anlamış ve çok üzülmüş. Canının parçası oğlu yerde cansız, yıllardır velinimeti olan yılan da yaralı... ''Hatalı olan oğlum olmalı!'' demiş ve yılandan özür dilemiş. ''Tekrar dost olalım!'' demiş.
Yılan ise acı acı gülümsemiş: ''Çok isterdim ama sende bu evlat acısı, bende de bu kuyruk acısı varken biz artık dost olamayız!'' demiş.
Bu öyküyü bilmeyen yoktur ama galiba ders alan da yoktur.
|