Ülkemizde tanımı yapılmayan kavramlar oldukça fazla ve önemli.
Laiklik çok önemli ama tanımı yapılmamış.
Adalet çok önemli ama tanımı yapılmamış.
Demokrasi çok önemli ama tanımı yapılmamış.
Hukuk çok önemli ama tanımı yapılmamış.
Yargıçlar çok önemli ama tanımı yapılmamış
Din çok önemli ama tanımı yapılmamış.
Devlet çok önemli ama tanımı yapılmamış.
Tanımı yapılmayan değerler lastik gibi nereye çekilirse o yana süner.
Osmanlıdan miras kalan tabulara dayalı kutsal devlet ile yıllardır halkın canına okunuyor.
10 yılda beş bin gencini öldürten devlet, genç kıyımından bir türlü vazgeçmiyor.
Tabularla çepe çevre sarılmış olarak bir yere varılmaz.
İktisatçı üniversitede Marks’ı anlatınca tutuklanacak.
İktidarı eleştiren paralelci ve hain ilan edilerek hedef gösterilecek
Lise öğrencisi kompozisyon Lenin ile Atatürk’ü kıyasladı diye çocuğun hayatı sönecek.
Duvara “ savaşa hayır” diye yazan öğrenci örgüte bağlanıp cezaevine konacak.
Bunlar nasıl sapık bir anlayıştır.
İktisatçı elbette Marks’ı anlatacak. Çünkü Marks’ın tüm çalışmaları iktisat üzerinedir.
Marksizm’i bilmeyen iktisatçı tek bacaklı futbolcuya benzer.
Atatürk ve Lenin aynı yıllarda yaşamışlardır.
İkisi de devrimcidir, devlet adamıdır ve kendi ülkelerinin kaderini değiştirmişlerdir.
Aynı işi yapanlar kıyaslanır.
Atatürk’ü tutup Maradona ile kıyaslamak için geri zekalı olmak gerekir.
Öğrenciler, işçiler, memurlar, öğretim üyeleri ve her meslekten insanlar elbette duvarlara “ savaşa hayır” yazacaklardır.
Bu sloganı yazanları değil yazmayanları tutuklamak daha doğru olmaz mı?
Eğer savaşa hayır demek kötü bir davranışsa, resmi kuruluşların duvarlarında asılı ne kadar
“yurtta barış dünyada barış” panosu varsa tümü indirilmeli, Atatürk’ün bu sözü kitaplardan çıkarılmalıdır.
Bilim yasak, kıyaslama yasak, yeryüzündeki en büyük insanlık suçu savaşa karşı çıkmak yasak ve yarım akıllı biri çıkıp “ “bizden neden Nobel alan çıkmıyor” diye insanları sorguluyor.
Demokrasi bir süs olmadığı gibi amaç da değildir.
Toplumun yaşama biçimi olmadığı sürece demokrasi tanımı yapılamayan hoş bir kavram olarak kalır.
Eğer yaşam biçimi olarak benimsenmezse, her geçen gün parçalanan, durmadan birbirini yiyen, en tepeye tırmanıp herkesi sultasına almak için biri birlerini ezip çiğneyen uzlaşmaz bir topluluk olarak 21.yüzyılın sonunu görmeden dağılır gidilir.
Bin yıldır birlikte yaşayan insanlar topluluk aşamasını geçip henüz toplum olamamışlarsa, bunda yönetenler kadar yönetilenlerin de payı vardır.
Demokrasi insanlar için çok önemli bir değerdir.
Devleti yönetmek için ortaya atılanlar demokrasiyi ağızlarında gevelemekten öteye geçemiyorlarsa, yönetilenler yani geniş halk kitleleri demokrasiyi getirip yerleştirirler.
Demokrasi saydamlıktır ama bu saydamlık Amerikan polis merkezlerindeki aynalar gibi olmamalıdır.
Devlet yurttaşları ne kadar net, açık, adım adım, özel yaşamı ve telefon konuşmalarıyla izleyebiliyorsa, devletin çok gizli işlerinin dışında yurttaşlar da devleti aynı koşullarla izleyebilmelidir.
Devletinin, hükümetinin, belediyesinin neler yaptığının bilmeyen insan yurttaş değildir.
Sadece padişahın kulu olmaktan çıkıp içeriksiz bir cumhuriyetin kulu olmuştur.
İşte bu nedenle demokrasi gelemiyor.
Çünkü demokrasi kulların değil yurttaşların rejimidir.
Ve en önemli ölçüt: Sık sık ya da canları sıkıldıkça demokrasiden söz eden siyasi partilerin kendi içlerinde demokrasi yoktur.
Eğer biraz demokrasi olsaydı önce bugünkü başkanlar indirilirdi.
İnsan alemde hayal ettiği sürece yaşarmış.
Bizler de elma şekeri bekleyen çocuklar gibi demokrasi bekliyoruz.
|