Evet, 15 Temmuz 2016 tarihinde bir darbe girişimi oldu. Ben darbe kelimesi yerine “darbecik“ kelimesini kullanmak istiyorum çünkü bu girişim son derece amatörce yapıldı- iyi ki de becerememişler. Bu darbecik olmasaydı daha da iyi olurdu ama bu kötü zihniyetli insanların ileri ki zamanda Türk halkına daha da kötü şeyler yaşatması büyük bir ihtima(dı).
Bu darbecik girişimde maalesef birçok insanımız öldü- Allah ölenlere rahmet eylesin yakınlarına da sabır versin.
Bu arada ben bu kalkışma teşebbüsünü duyar ve görür görmez (köprüye çok yakındım)bunun Türkiye’de mümkün olamayacağını hemen etrafımdakilere söyledim.
Halk desteği olmadan bu türlü girişimler hiç bir şekilde sonuca ulaşmaz ve Türkiye’nin sosyolojik yapısı buna zaten müsait değil. Nitekim de öyle oldu- cesur halkımız kendini sokağa attı ve ve bu kötü niyetli insanlara gereken cevabı başarılı bir şekilde verdi.
Bir başarılı darbe Türkiye’nin ekonomi ve askeri açıdan gittikçe bağımsızlaşma yönündeki olumlu momentumunun önü keserdi ve Türkiye’yi yıllarca geri götürürdü. Bu teşebbüste bulunanların da bunu bilmemeleri mümkün değil. Türkiye bir kaç kez darbe yaşadı ve ülke senelerce geriye götürüldü. Yine de darbecik girişiminde bulunulduysa demek ki bunun arkasında Türkiye’nin kötülüğünü isteyen başka odaklar var. Vatanını seven bu devirde, bu ortamda ve bu ülkede darbe teşebbüsünde bulunmaz.
Bunların kimler ya da hangi ülkeler ve istihbarat birimleri olduğu zaten biliniyor ve bütün gün medyada pompalanıyor.
Yalnız artık bu Türkiye’ye karşı yapılan son oyunun bazı son derece olumlu sonuçları oldu ve olacaktır. Mecliste bütün partiler bu darbecik girişimine karşı birbirine kenetlendiler ve halkın da bu girişime karşı gösterdiği tepki son derece olumlu olması bir yana Türkiye demokrasisini son derece güçlendirdi. Bu arada da çürük meyveler ağaçtan artık daha da kolay ayıklanacaktır.
Dolaysıyla şunu iddia ediyorum: Bu son darbecik girişimi insanları Türkiye’de daha da fazla birbirine kenetleyecek ve uzun vadede demokratikleşme ve iç huzur açısından daha da olumlu bir tablo ortaya koyacaktır.
Bu arada ben 12 Eylül ihtilalini da yaşadım ve bu kötü insanlara o günkü Türkiye ile şimdikini bir kıyaslamalarını tavsiye ederime- ama 12 Eylül 1980 ve öncesi dönem çoğumuzun ama maalesef(belki de iyi ki) hepimizin aklında ve bilgi hazinesinde olmayan bir durum.
Çoğu vatandaşların ve özellikle Türkiye’de ağırlıklı olan genç nüfusun o dönemde ülkenin hangi durumda olduğunu bilemez.
Bir hatırlayalım: Temel şeyler bile yok: kahve yok, şeker yok, çikolata yok. Et ve Balık kurumunda kuyruklar, sigara yok , akaryakıt yok ve zaten kıt olan yabancı ürünler bir yana çoğu şeyler karaborsada. Bulursan bile çoğu gıda maddeleri bozulmuş. Sokakta sopalı silahlı kavgalar.
Tamam kaotik bir durum - eşimin okulunda ve öğretmenin ölümüyle sonuçlanan el bombalı saldırı gibi.
İstanbul’un göbeği Beşiktas‘ta bile kültür özürlü; kısa kot pantolon ile dolaşamıyordum, hemen hemen herkes acayip bakıyordu.
Içine kapanık bir ülke. Murat 124 ve Anadol isimli dandik yerli arabalar haricinde çoğunlukla eski Amerikan arabaları piyasada.
Her köşede sağcı solcu çatışmaları. Sağcıyım dediğin zaman kaybettin, solcuyum dediğin zamanda yine kaybettin, hiç birisi dediğin zaman yine de kaybettin. Sordukları zaman hangi cevabı verirsen ver fark etmez, her halükarda dayağa müsaitsin.
Kıbrıs müdahalesinden sonra askeri ambargonun da etkisiyle ordunun elinde doğru dürüst silah yok.
Devlet dairelerine gittiğinde ya da trafikte çevirme olduğu zaman vb. durum ve yerlerde cebinde “özel harcamalar” için para bulunduracaksın.
Basit bir telefonu bağlatmak aylar sürüyor. Para verip başkasından hat satın alacaksın ki daha çabuk telefona kavuşacaksın.
Elektrik ve sular sürekli kesiliyor, hamam böcekleri ve sivri sinekler ortalıkta cirit atıyor, çöp kokusundan sokakta dolaşamıyorsun.
Türkiye’nin özellikle doğusunda yaşayan malum vatandaşların bir takım kültürel hakları kısıtlı ve kendi dilini bile konuşamıyorlar. Olağanüstü hal bölge uygulaması yaygın vs.
Türkiye Almanya’dan „Entwicklungshilfe“ yani gelişmekte olan ülkelere yapılan kalkınma yardımı alıyor (bir nevi sadaka).
Şimdi bugüne gelelim:
Enflasyon dizginlenmiş, Türkiye’nin- her şeye rağmen- çoğu Arap ülkeleri başta olmak üzere dünyada itibarı güzel bir noktada (Suriye’de de devrim tamamlansın Türkiye ekonomik açıdan ihya olacak), Kürt vatandaşlarımız bir çok konuda rahat ve o malum döneme kıyasla çoğu konuda gayet rahat hareket edebilmeleri bir yana sorunlarına kulak veriliyor. Terör örgütü bitmek üzere.
Faili meçhul cinayetler yok, karayolları ağı genişlemiş, bir çok ülkeye vizeler kalkmış, politik istikrarlık mevcut, devlet dairelerinde „bahşiş“ olayı kalkmış gibi, sağlık ve sosyal güvenlik sistemi rahat, Avrupa Birliği üyeliği konusunda az da olsa ilerlemeler var (kaldı ki ben şahsen Türkiye’nin halen üye olmak istediğinden şüpheliyim).
Çoğu çete ve organizasyonlar mahkeme karşısında hesap veriyor, askerin iç siyasetteki etkisi azaltıldı, Türkiye çoğu şeyleri kendi üretmeye yönelmiş. Türkiye uzayda uydusu olan az sayıda ülkelerden biri. IMF, Dünya Bankası gibi çeşitli uluslararası kurumlardan borç alan değil borç veren ülkeye dönüşülmüş vs.
Üstte saydıklarım sınırlı ve liste tabii ki daha da uzun. Yalnız şu da yanlış algılanmasın: Her şey güllük gülistanlık değil, ortada daha bir sürü ekonomik, siyasi ve terör kaynaklı sorunlar var.
Ama önemli olan sırf hangi noktada olduğumuz değil. Asıl önemli olan momentum yani değişim hızı ve bu değişimin çoğu özellikle son yıllarda yüksek bir momentum ile gerçekleşti.
12 Eylül öncesi dönemini yaşamayanlar Türkiye’nin geçirdiği metamorfozu kavrayamayıp bugünü de doğru değerlendirmeyebilirler.
Bu arada momentum o kadar hızlıydı ki bazı şeyler de kontrolden çıktı:
Özellikle terör ve terör destekçileri konusunda inişli çıkışlı bir seyir yaşanıyor ve tatmin edici bir sonuca varılamıyor.
Bu bir yana Atatürk’ün bize devrettiği maddi ve manevi değerlerde aşırı bir erozyon var ve bu durum çok rahatsız edici.
Ekonomik açıdan gelişirken ve demokrasi konusunda çağdaşlaşırken Atatürk’ün önderliğinde Türk halkının ne zor mücadele ile bugüne geldiği idrak edilerek özellikle manevi değerlere sahip çıkılması gerekiyor.
Neticede Atatürk‘ün ve İstiklal Savaşı’nın önemini kavramadan ve halka o ruhu benimsetmeden Türk halkı bir bütünlük sağlayamaz.
Bütünlük sağlayamayan halkların ve ülkelerin ne hale geldiğini komşu ülkelerde gayet net görebiliriz.
Bu dünyada sırf insanlar değil ülkeler de fani olabiliyorlar. bunu unutmamak gerekir.
Şimdi Türkiye’deki son ihtilal öncesi dönemi ve şu anki ortamı kıyaslayalım. Bu kıyası sağlıklı yapan vatandaşların gelecek için biraz daha pozitif bir bakış açısına sahip olmaları gerekir diye düşünüyorum.
12 Eylül öncesi dönemini bizzat yaşadım ve derim ki: Türkiye’de bir takım şeyler duraklasa ya da yanlış gitse de her şeye gerekenden fazla mızmızlanmayın. Türkiye’de güzel şeyler de oluyor ve şu anda dizayn edilen yeni dünya düzeninde hak edilen yer alınmak üzere.
Türkiye özellikle savunma sanayisinde dışa bağımlılığına azaltarak çok güzel şeyler yapıyor. Türkiye’nin borcu Gayri Milli Hasılaya oranla çok düşük ve faizler de düşme eğiliminde.
Bağımsız bir Türkiye ancak bir güçlü ekonomi ve dolaysıyla gerekli Ar-Ge yatırımları ile her alanda dışa bağımsız bir yapı ile güçlü olabilir.
Bu arada temennimiz yanlış giden şeylerin- ki onlar da var- bir an evvel düzeltilmesi yönünde.
Bu arada darbeyi hayal ettiği anda ağzının suyu akan insanlar için artık oyun bitti- game over!
|