2002’den beri Türkiye ve halk AKP iktidarını taşımaktadır.
Bu süre de iyi işler yapılmadı mı?
“Yapılmadı”, demek büyük insafsızlık ve ahlaksızlık olur.
Kapalı yerlerde sigara yasağı, halka açık alanlarda içki yasağı, demiryollarındaki gelişmeler, çok kez ölçülerin dışına çıkılsa da yoksullara yapılan çeşitli yardımlar, büyük kentlerdeki metrolar, İstanbul Boğaz’ı altından yapılan geçit, Üçüncü Boğaz Köprüsü bu iktidarın artıları arasındadır.
Her iktidarın artıları ve eksileri vardır.
Dünyayı siyah beyaz görmekte direnmek, toplumda karşıtlıklar ve husumet yaratan bir renk körlüğüdür.
Ne yazık ki bizim halkımız her şeye siyah beyaz yaklaşmak konusunda uzmandır.
Yıllardır ortasını bulamamakta direniyor.
Ya göklere çıkarıp ermişler arasına yerleştiriyor ya da yerin dibine batırıyor.
Bu olay sadece Türklere özgü değildir.
Tüm doğulu halklarda bu özellik görülür.
Demokrasinin içeriği hiç anlatılmadığı için sürekli gel gitler yaşanıyor.
Bazı konular ilkokulda hatta ana okulunda öğretilmeye başlanmadığı sürece doğruyu görmek çok zorlaşır.
Öğretim ve eğitim her yönüyle bebeklikten başlar.
Üniversiteye gitmekte olan bir erkeğe kadına şiddet uygulanmaması gerektiğini birileri anlatsa bile kimse anlayabileceğinden fazlasını anlayamaz.
Hele hele 80 milyon üzerinde nüfusu olan bir tolumda 5 milyon gazete satılıyorsa.
Çok imrendiğimiz Japonya’nın nüfusu 120 milyon günlük gazete satışı 64 milyondur.
Kitap konusunu açmayı istemiyorum.
Kitapçılar LYS, KPSS, LGS, ÖSS, ÖSYM kitapları satarak dükkanlarını kapatmadan kalabiliyorlar.
Buraya neden geldim?
Bu ülkenin insanı 1960’dan beri başarısız iktidarlardan darbe yoluyla kurtulduğu için seçimin anlamını bile kavrayamadı.
Emekliler bir siyasi partide çalışma kahvehanelerde okey oynayarak ve Azrail’in elindeki listeyle gelmesini bekleyerek ömürlerinin kalan günlerini tamamlıyorlar.
Kişiye bağımlı siyasetin girdabında dönüp durmak yerine seçim sandığında yanlış yapanları yarış dışına itmesini beceremiyorlar.
Sadece kendi akıllarını beğenenler için yol gösterici olabilecek bir öykü sunuyorum.
Okumak da yorumlamak da, uygulamak da silere kalmış:
Profesör, elinde, içi dolu bir bardak tutarak dersine başladı.
“Bu bardağın ağırlığı sizce ne kadardır?” diye sordu.
Öğrenciler, ’50gr!’ …. ’100gr!’ …. ’125gr’ cevabını verdiler.
“Bardağı tartmadıkça gerçekten ben de bilemem” dedi profesör ve devam etti:“
Ama, benim sorum şu:
Bu bardağı böyle birkaç dakikalığına tutsaydım ne olurdu?”
- Hiçbir şey
- Tamam, peki 1 saat boyunca tutsaydım ne olurdu?
- Kolunuz ağrımaya başlardı.
- Haklısın; peki ya 1 gün boyunca tutsam ne olur?
- Kolunuz iyice ağrır, adaleniz spazm yapar, belki de çözüm bulmak için hastaneye gitmek zorunda kalırsınız.
Sorularına yanıt alan profesör, can alıcı noktaya dokundu:
- Peki tüm bu sorunlar olurken bardağın ağırlığında bir değişme ortaya çıktı mı?
Öğrenciler bir ağızdan cevapladılar:
“Hayır.”
- Peki o takdirde, zaman içinde kolun ağrımasına ve kas spazmına yol açan olay neydi?
Profesör ikinci bir soru daha sordu:
- Acıdan ve ağrıdan kurtulmak için ne yapmam gerekir bu durumda?
- Bardağı bırakırsanız, rahatlarsınız.
Profesör beklediği cevabı almıştı.
Öğrencilerini kutladı ve bütün bu soruları sormasına sebep olan açıklamayı yaptı:
“Hayatın problemleri de böyle bir şeydir. Onları kafanda birkaç dakika tutarsan, bir sorun yaratmaz.
Uzun bir süre düşünürsen, başın ağrımaya başlar.
Ama hiç aklından çıkarmazsan, artık başka bir şey düşünemez hale gelirsin; bu seni bitirir.
Elbette hayatınızdaki sorunları düşüneceksiniz; halletmeye çalışacaksınız.
Ama en önemlisi, onları, her günün sonunda, uyumadan önce yere bırakmaktır.
Bu şekilde strese girmez ve sabah taze bir beyinle uyanırsınız.
Taze bir güne,yeni sorunlarla mücadele azmini kazanarak başlamış olursunuz.
Bu yüzden arkadaşlarınıza vereceğiniz en önemli öneri,
‘Bardağı yere bırak’ olmalıdır.”
|