Başkanlık tartışması son hızla sürüyor.
Halkın çoğunluğunun ne olup bittiğinden haber bulunmuyor.
Kendilerini Türkiye’nin kurtarıcısı olarak gören ve ölümsüz olduğunu sananların bir kısmı
BAŞKANLIĞA EVET çığlıkları atarken, bir kısmı da BAŞKANLIĞA HAYIR diye yırtınıyorlar.
Önce işin adını koyalım:
Tartışılan başkanlığın gelmesi mi, yok Erdoğan’ın başkanlığı mı?
Bu soruya doğru yanıt verilmeden konu üzerindeki tartışmaların hiçbir ciddiyeti olamaz.
Başkanlığa “evet” diyenler eğer E3rdoğan’dan başkasının seçilme olasılığı bulunsa aynı
oyu verirler mi?
Kemal Kılıçdaroğlu veya bir başka CHP’linin başkanlığı kazanma olasılığı bulunsa, HAYIR diye tutturanlar bunun tam tersini yapmazlar mı?
Hukuk ve de anayasa belgeleri kişilerin boylarının ölçüsüne göre uydurulan kılıflar değildirler.
Hukuk uygulanır, anayasalar yapılır ve kişiler bunların izin verdiği alanlarda, insan haklarını, özgürlüklerini çiğnemeden siyaset yaparlar.
Günümüz tartışması başkanlık sisteminden çok Erdoğan’ın statüsünü belirlemekle sınırlı.
Başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere onun arkasına sığınanlar ve kişiyi ilahlaştıranlar insanların ölümlü yaratıklar olduğunu unutuyorlar.
Ölümsüzlük sendromuna kapılmak sadece insanın kendisini felakete sürüklemekle kalmaz ülkeyi de içinden çıkılamaz bataklıklara saplar.
Başkanlık gürültüsü arasında anayasada yapılan değişiklikler irdelenmiyor.
Halk yapılan değişiklerin neler getirildiğinden ve neleri götürdüğünden habersiz şekilde yanlış algıların bataklığına sürükleniyor.
Yurttaşlık hakkının sınırlandığı ve bunun bir adım sonrasının kapıkulu statüsü olduğu konusunda en küçük bir bilgisi bulunmuyor.
Yapılacak halk oylamasının çekildiği noktada anayasa değişikliği veya başkanlık değil Recep Tayyip Erdoğan oylanıyor havasına girildi.
Böyle bir ortam Türkiye için olduğu kadar Erdoğan için de tehlikelidir.
Cumhurbaşkanı bu konuyu danışmanlarıyla ivedilikle masaya yatırmalıdır.
AKP ve CHP konuyu husumet alanına çekiyorlar.
Türk siyasetinde bundan sonra MHP diye bir parti olmayacağı için onu saymıyorum.
Siyaset husumet değil rekabettir.
Husumet hasımlar yaratır.
Hasımlar düşmanlıkların alt yapısını oluşturur.
Türkiye DP-CHP çatışması sonunda bunun bedelini çok ağır ödedi.
12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat 27 Mayıs darbesinin ardıllarıdır.
15 Temmuz ise dünya darbeler tarihine soytarılık olarak geçecek salakların bile girişmeyeceği bir isyan denemesidir.
Türkiye’nin son 56 yılı büyük acılarla geçti.
Acı çektirenler bir şekilde gizli kaldı.
Acı çekenler çektikleriyle kaldılar.
Bir yurttaş olarak tüm siyasetçileri uyarıyorum.
Herkes artık namuslu olmak zorundadır.
Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet dörtlemesine kimse karşı çıkamaz.
Ancak bunlar acılar ve mağduriyetler üzerine kurulamaz.
EVET diyenlerle HAYIR diyenler birbirlerini hain ilan ederek babanın oğula, kardeşin kardeşe düşman olduğu bir toplum yaratırlar.
İstediğiniz bu mudur sayın Cumhurbaşkanım.
Hiç sanmıyorum, çünkü sizi tanıyorum.
|