Toplumlar canlı bir hücre arasında fark yoktur.
İkisi de canlıdır, ikisi de zaman içinde gelişir.
İkisi de çoğalır ve genişler.
İkisi de içinde yeniden yaratmaya ilişkin şifreleri taşır.
Yasalar ise toplum düzenini sağlamak için yine toplum tarafından konulan kurallardır.
Önceleri halkın meydanlarda toplanarak koyduğu bu kurallar, artan nüfus, gelişen kentleşeme ile birlikte seçilmişler tarafından düzenlenmeye başlandı.
İşte bu noktada yasalar toplum yaşamından koptular..
Çabuk eskimeye, gereksinmelere yetmemeye başladılar..
Halkın belli günlerde meydanlarda toplanarak koyduğu kurallardaki gerçekçilik ve canlılık yok oldu.
Artık statiko çağı ve tutuculuk egemendi.
Yasalar da üst yapının ürünleri olmaya başladı.
Nedir ki, üst yapı tarafından düzenlenseler de yasalarda belli gelişme, değişim ve uyum bulunduğunu izleme olanağı vardır.
Bazı toplumlarda ise yasalar ileriye değil geriye doğru bir değişim bozukluğu gösterir.
Türkiye’de bu en yaşamsal kurum olan anayasada görülebilir.
Türkiye Cumhuriyeti 1921 Anayasa’sı ile kurulmuş, 1924 ile kuruluşunu ve gelişimin tamamlamış,
1961 Anayasa’sı ile millet egemenliği tokatlanmış, 1982 Anayasa’sı ile orta çağa geri dönülmüştür.
Oysa anayasacılık hareketleri 18.yüzyılda başlamıştır.
Anayasacılık hareketlerinden amaç:
“Devletin yönetim düzenini, yurttaşların hak ve özgürlüklerini yazılı belgelerle saptamaktır.”
Ne var ki, Islahat fermanları gibi bizdeki anayasacılık da yüzeyseldir.
Modern anlamıyla ilk anayasa 1876 tarihli Kanun-u Esasi’dir.
1924 Anayasa’sı ile bu anayasa aşılmış ve millet egemenliği ön plana çıkarılmışken,
1960 darbesinin mimarları 1961 anayasasına “ çatışma esaslarını” ustaca yerleştirmişlerdir.
Çok ilginçtir ama Türkiye’nin toplumsal yapısına en uygun olanı 1924 anayasasıdır.
Anayasa hocalarının en önemlilerinden biri olan Tahsin Bekir Balta, yeni anayasa düzenlenmesine
karşı çıkmış ve 1924 metni üzerinde değişiklikle yetinilmesini önermiştir..
20 Ocak 1921 tarihli anayasa, o günkü adıyla Teşkilatı Esasiye Kanunu ihtilalci bir içeriğe sahiptir.
1961 Anayasa’sı millet iradesinden korkan bir zihniyetin yapıtıdır.
1982 Anayasa’sı ise hukuk tekniği ve içeriği olarak tam bir ilkellik örneğidir.
Bu durum, TBMM’nin kendi özgür iradesi ile her türlü baskıdan uzak, çağdaş anayasa tanımına uyan, kısa öz fakat tüm gereksinmeleri en genel anlamda karşılayan yeni bir anayasa yapma zorunluluğunu ortaya çıkarmaktadır.
TBMM üyeleri bu gereği anlamamakta direniyor demek de haksızlık olur çünkü meclisteki milletvekillerinin büyük çoğunluğu milleti temsil etmiyorlar.
Her genel seçimde parti başkanlarının hazırladığı liste onaya sunuluyor.
Halk oy vermeye gittiğinde kimi seçtiğini bilmiyor.
Geçen haftanın başında her zaman durduğum yer olan Yüksel Caddesi’nin Atatürk Bulvarına açılan yerinde 100 kişiye Ankara Milletvekillerinden birinin adını sordum.
Sonra yanıt listesine baktım ve tek doğru ad bulunmadığını gördüm.
Arada ön seçim yapanlar da var ama o seçimlerin nasıl bir hokkabazlık olduğunu yakından bilenlerdenim.
Böyle bir sistemle seçilen meclisten sağlıklı bir anayasa beklenmez.
Genel Başkanları ne derse onu yaparlar.
Recep Tayyip Erdoğan’ın diktatörlüğe gitmekle suçlayanlar, tam bir parti başkanı diktatörlüğü içeren Siyasi Partiler Yasası ile ilgili tek değişiklik önermemişledir.
Tamamı demokrasi kültüründen yoksun parti başkanlarının bu ülkeye hukuk ve demokrasi getireceğini düşünmek hayal bile olamayacak kadar zavallılıktır.
16 Nisan’daki halk oylaması toplumun oyalanması için önlerine atılan renkli bir oyuncaktır.
Evet diyenler de, hayır diyenler de gerçekte ne için oy verdiklerini bilmeden sandık başına gittiler.
Erdoğan’ı sevenler, hatta tapanlarla onu sevmeyen ve nefret edenler arasında oylama yapıldı.
Şu çok ateşli evet’çiler var ya, Erdoğan başkan seçilmezse kafalarını duvardan duvara vuracaklar ama şemsiye girdiği yerde açılmış olacak.
Türkiye’nin ciddi, çağdaş, medeni, laik bir anayasaya çok büyük gereksinimi var.
Yamalı bohçaya dönen anayasayla ülke yönetilemez.
|