Son günlerdeki cumhuriyet aşkını anlamaya çalışıyorum.
“Cumhuriyet aşkı” ülkemizin hiç batmayan güneşidir.
Nedir ki, biz onu yağmurdan korunmak için altına sığınılacak saçak gibi algıladık.
Yağmur doluya dönüp canımız yanmaya başlayınca cumhuriyet aşkımız depreşti.
Yağmur bulutları, dolu bulutları tepemizde toplanırken seyirci olmayı yeğleyenler
meydanlara dökülmeyi bile göze alamıyorlar.
Metro ve otobüs duraklarında elime tutuşturulan kağıtlardaki miting çağrılarını özlemeye başladım.
Bir yerlerde toplanılıp cumhuriyete sahip çıkılmalı.
Yetmez ama bir ses, bir nefes, bir çığlık olmasında yarar vardır.
AKP cumhuriyete sahip çıkmıyor mu?
Çıkmaz olur mu, hem de çok sıkı sahip çıkıyor.
Ne kadar sahip çıktıklarını Ergenekon ve türevleri davalarında gördük.
Cumhuriyeti savunduklarını sananlar, onun değerli evlatlarını yıpratarak
koruma eylemini gerçekleştiremezler.
Üzüntüden kanser olup ölenler, intihar edenler, gelecekleri yok edilenler unutulmuşluğun girdabında yitip gittiler.
Yüksek tazminatlarla yaralar sarılacak sanılıyor.
Hiçbir para miktarı hayattan daha değerli değildir.
Dikkatlerden kaçan bir başka konu da; korunması gereken cumhuriyetin adı değil içeriği olduğudur.
“Cumhuriyet” tek başına ad olarak bir anlam içermez.
Adı cumhuriyet olup da diktatörlükle yönetilen ülkelerde olanları bilmeyen var mı?
İran İslam Cumhuriyeti, Kuzey Kore Halk Cumhuriyeti, Sudan Cumhuriyeti,
Çin Halk Cumhuriyeti, Yemen Cumhuriyeti, Mısır Cumhuriyeti adları cumhuriyet ama içerikleri farklı ülkelerdir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin adıyla kimsenin sorunu yoktur.
Yıllardır cumhuriyetin içeriğini boşaltmaya çabalıyorlar.
Cumhuriyetin omurgasındaki temel ölçütleri ayıklayarak kendi değerlerini yerleştirmeye çalışanlar ad konusunu ciddiye almıyorlar..
İçeriği boşaltılmış ve işlevsiz bir kurum istenilen yörüngeye sokulabilir.
Cumhuriyeti korumak isteyenler öncelikle laik, sosyal, hukuk devleti için yeni koruma yöntemleri bulmak zorundadırlar.
1960’dan bu yana yaşayarak görüldü ki, her şeyi herkesten iyi bildiklerini sanan paranoyak generallerin darbe yöntemiyle cumhuriyet korunamıyor.
Biz de derin devlet vardır da, derin analiz yoktur.
Derin analizi yapabilecek yeteneği olanlar ilk fırsatta bu ülkeyi terk ederler.
Düşünmek ve düşündüğü söylemek hukuksuz, adaletsiz çarpık sistemde 8 şiddetinde deprem etkisi yarattığından, canını seven pasaportu aldığı gün çeker gider.
Bir gün derin analiz yapıldığında görülecektir ki, bu günkü iktidarın yürüyeceği yollara halı döşeyenler 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat darbecileridir.
Bu kadarla da değil, Fethullah Gülen’e devletin kapısını açan MİT eski müsteşarı
General Fuat Doğu değimli? MİT hukuk eski müşaviri Şahap Homriş kimin dünürüydü?
Şimdi kazdıkları çukurda debeleniyorlar.
Evrensel kural gereği de, “kurunun yanında yaşlar da yanıyorlar”
Yanmasa iyi olurdu ama bir başka kural daha vardır.
“Kimse içinden çıkamayacağı derinlikte çukur kazmamalıdır”
Generaller bu çukuru kazdılar ve yan duvarlar çökünce de göçük altında kaldılar.
Ergenekon, balyoz, uçan kuş, zıplayan kedi, kavaktaki balık gibi operasyonlar
generallerin kendi kazdıkları çukurlardır.
Cumhuriyet için yollara dökülmek, meydanları doldurmak güzeldir de, arkaya da dönüp bakmalı ve bugüne kadar cumhuriyetin temeline hangi taşı koyulduğu, cumhuriyetin içeriğini koruyacak kadroları yetiştirmek için ne yapıldığı sorgulanmalıdır.
Başta cumhuriyeti kuran parti CHP , Kemalizm’i özümsemiş gerçek aydınlar susarak ve kaçarak çağdaşlıkla kucaklaşamazlar.
Hele CHP mutlaka hesap vermelidir.
Öncelikle de Ekmeleddin konusundan başlayarak.
|