7 Temmuz 2018 sabahı bilgisayarı açtım ve İnternette
FATIMA EROĞLU adında birinin şu paylaşımını gördüm
“Türkiye’de 5 milyon Arap yaşamaktadır.Urfa, Kilis, Mardin, Gaziantep Arapların toprağıdır.
Ama hiçbir hakkımız yok anadilimiz yasak.Ne yani biz de mi askerinizi polisinizi öldürelim.
7 yıldır Türkiye’de yaşıyorum çok ülke gezdim, bu kadar adi ülke daha görmedim.
Nefret ediyorum Türklerden de devletlerinden de .
Kahrolsun Türk devleti kahrolsun piç Türkler.
Arabın intikamı acı olacak.”
Böyle bir paylaşım intiharla eş değerdedir.
Kimse böyle şeyler yazamaz. Yazan olursa da derhal gereği yapılır.
Cumhuriyet savcılarına suç duyurusunda bulunuyorum.
Bu yazılanlar eğer sahte değilse suçtur derhal soruşturma yapılmalıdır.
Sahteyse daha büyük suçtur çünkü içinde kışkırtma vardır.
Bunun bedeli çok ağır olur ve kimse altından kalkamaz, en başta da savcılar.
Bu arada İstanbul’da Arapça tabelalar hızla artıyor.
İngilizce, Fransızca, Almanca tabelalar ne kadar büyük alçaklıksa Arapça tabelalar da
aynı ölçüde rezillik ve alçaklıktır.
Bunu yapan dengesiz yaratıklara, buranın Türkiye Cumhuriyeti olduğunun hatırlatılması gerekmiyor mu?
Osmanlının son yıllarında Araplar “necip ırk” sayılır ve onlara yanlış bir şey söyleyen cezalandırılırdı.
İngiliz altını ile satın alınan Araplar ve eşcinsel Lawrens’in etkisinde kalan Arap şeyhleri askerlerimizi kahpece arkadan vurarak on binlerce Mehmetçiği öldürmüşlerdi.
Ne olup bittiğini öğrenmek isteyen Çöl Kaplanı Fahrettin Paşa’nın anılarını okusun.
İngilizlerle anlaşan Mekke Şerifi Hüseyin'in isyana hazırlandığı haberinin alınması üzerine Fahreddin Paşa Dördüncü Ordu kumandanı Cemal Paşa tarafından 28 Mayıs 1916’da Medine'ye gönderildi. 31 Mayıs’ta Medine’ye ulaşan Fahreddin Paşa, Şerif Hüseyin'in birkaç gün içinde isyan edeceğini Cemal Paşa 'ya bildirdi. Şerif Hüseyin ve dört oğlu, 3 Haziran 1916'da Medine çevresindeki demiryolunu ve telgraf hatlarını tahrip ederek isyanı başlattı.
5- 6 Haziran gecesi Medine karakollarına saldırdılarsa da Fahreddin Paşa'nın aldığı tedbirler sayesinde başarısız olarak geri çekildiler..
Medine'nin etrafı isyancıların eline geçmeye başlayınca İstanbul Hükümetinin Medine'nin boşaltılması talebeni Fahreddin Paşa 'Peygamberin kabrinin bulunduğu Medine'deki Türk Bayrağını kendi elimle indiremem' diyerek kabul etmedi. Herhangi bir yağma ihtimaline karşı da tedbir olarak, Medine'deki 30 parça Kutsal Emaneti 2000 askerin koruması altında İstanbul'a gönderdi.Bir süre sonra etrafı tamamen kuşatılan Medine’de Türk orduları kuzeye doğru geri çekilmeye başladı. Etrafındaki Türk birlikleriyle irtibatı tamamen kesilen Fahreddin Paşa ise şehri savunmaya devam etti.
30 Ekim 1918'de Osmanlı Devleti, Mondros Mütarekesini imzalayarak I. Dünya Savaşından çekildiğinde Mütarekenin maddelerine göre Fahreddin Paşa'nın da teslim olması gerekiyordu. Kendisine Mondros Mütarekesini tebliğ için İstanbul'dan gönderilen elçiyi dikkate almayarak Mondros Mütarekesinden sonra da teslim olmayarak şehri savunmaya devam etti. Osmanlı devletinin teslim olmasından sonra 72 gün daha Medine’yi savundu. Fahreddin Paşa yiyecek, ilaç ve cephanenin bitmesinden sonra kendi askerlerinin de ısrarıyla 13 Ocak 1919'da teslim oldu.
Böylece Medine'de 400 seneden beri süren Türk hakimiyeti sona erdi. Fahreddin Paşa elindeki kısıtlı imkanlara rağmen aldığı tedbirler sayesinde Medine'yi 2 yıl 7 ay savundu. İngilizler tarafından Türk Kaplanı ismi verilen Fahreddin Paşa, savaş esiri olarak önce Mısır'a daha sonra da Malta'ya gönderildi.
8 Nisan 1921'de Malta'da kurtulduktan sonra Milli Mücadele’ye katılmak üzere Ankara'ya geldi. 9 Kasım 1921'de TBMM tarafından Kabil Büyükelçiliğine tayin edilen Fahreddin Paşa, 1936'da Tümgeneral rütbesi ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden emekliye ayrılmış, 1948'de vefat etmiştir.
Bu kahramanın ve Arap alçaklarının öldürttüğü askerlerimizin anısına bu soysuzlara meydan bırakılmamalıdır.
Bilmem anlatabildim mi cumhuriyetin savcıları !
|