İçinde yaşadığımı ülke geçmişini bilmeyen, yaşadığı günü anlamayan ve geleceğini göremeyen insanlarla doludur.
Bazen 45 yıl önceki yazılarıma bakıyorum.
Tek kelime değiştirmeden günümüzü yansıtıyorlar.Bunun için kimi suçlayacağım.?
Bir gerçeği hiç aklımdan çıkarmam.Bu ülkede sonsuz bir görme özgürlüğü bulunmaktadır.
Herkes her şeyi görür ama bunu başkasına gösterirse canına okurlar.
Özet olarak, görmek serbesttir ama göstermek yasaktır.
Ayrıca gazeteciliğin çoktan ölüp duasının okunarak gömüldüğü bir ülkede
hangi yoldan kime neyi göstereceğiz
O zaman gelsin öyküler:
19 yüzyıl efsanesine göre gerçek ve yalan bir gün buluşurlar.
Yalan doğru söyler ve
" Bugün hava çok güzel” der.
Gerçek ona bakar ve gözlerini gökyüzüne kaldırır.
Gün gerçekten çok güzeldir, doğru söylemesine şaşırmıştır.
Bir kuyunun önüne gelene kadar birlikte zaman geçirirler.
Yalan hep doğru söylemektedir.
Yalan; "Su çok güzel, birlikte banyo yapalım!" der.
Gerçek, bir kez daha kuşkucu bir şekilde suya dokunur, su gerçekten çok güzeldir.
Ona inanıp soyunur ve yüzmeye başlarlar.
Yalan bir anda sudan çıkar, gerçeğin giysilerini giyerek kaçıp kayıplara karışır.
Kızgın gerçek, kuyudan çıkar yalanı bulmak ve giysilerini geri almak için her yere gider.
Dünyada çıplak gerçeği görenler onu hor görmekte ve öfkeyle bakmaktadır.
Zavallı gerçek kuyuya geri döner ve sonsuza dek ortadan kaybolur.
O zamandan beri yalan, dünyanın her yerinde gerçek gibi giyinmiş ve içimizde yaşamaktadır. Dünya ise hiçbir şekilde çıplak gerçeği görmek istememektedir.
*
Kıyıda yürüyen bir adam, yengeç avlayan bir balıkçıya yaklaştığında kova içerisindeki yakalanmış yengeçleri görür.
Ancak şaşırtıcı olan kovanın üstü açıktır, kapağı yoktur.
Bu duruma anlam veremez adam, çünkü üzeri açık kovadan yengeçlerin kaçabileceğini düşünür.
Balıkçıya sorduğunda “Evet, tek bir yengeç olsaydı, kesinlikle kaçardı. Ancak, çok yengeç varsa, biri kaçmaya çalıştığında diğerleri onu yakalar, kaçmasını engeller, geri kalanlar da aynı kaderi yaşarlar.” yanıtını alır.
Tek yengeç kapaksız kovadan rahatlıkla çıkabilirken sayı arttıkça kaçış olanaksızlaşır..
Çünkü birbirlerini yukarı itmek yerine, aşağı çekerek engellerler.
Sonunda kimse kazanamaz.
Bu durum, Yengeç Sepeti Sendromu’nun çıkış noktasıdır
Filipinliler arasında popüler olan kavram, ilk olarak aktivist yazar Ninotchka Rosca tarafından kullanılmıştır.
“Ben sahip değilsem, sen de olamazsın.”, “Ben başaramıyorsam, sen de başaramazsın.” anlayışını ifade eder.
Bazı insanlar, bencilce davranarak hırslarını ön plana alarak başarmanın yolunun başkalarını geride tutmak olduğunu düşünürler.
Kendileri ulaşamıyorsa, sizin de hayalleriniz, hedefleriniz uzak olmalıdır.
Tüm istekleri budur.
Rekabetçi duygularla, hasetlik ve kıskançlıkla çabalarınızı baltalamaya çalışırlar.
Bu durumdaki insanlar ve toplumlar asla başarılı olamazlar.
Birbirimizin ayağını çekerek yada kaydırarak değil, ancak birbirimize el vererek, omuz vererek yükselebilir ve başarıyı yakalayabiliriz.
Bu sendromu önlemenin tek yolu sevgi, saygı ve paylaşmaktan geçer.
Toplumsal yaşam paylaşmak üzerine kuruludur. Gereksinimlerinizi tek başımıza karşılayamayız.
Paylaşmak ise sevgi kaynaklıdır, ancak birbirimizi severek ve birbirimize yardım ederek yaşamı daha kolay hale getirebiliriz.
Rekabetin yerini husumetin almasının ve bunda direnilmesinin baş nedeni Yengeç sepeti sendromudur.
Sanıyorum anlayanlar anladılar…..
|