Önce bir yanlışı düzeltelim.
29 Ekim 1923 de yeni bir devlet kurulmadı.
Var olan bir devletin rejimi değişti. Monarşi gitti, Cumhuriyet geldi.
“Padişahım çok yaşa “ diye bağıranlar, “yaşasın cumhuriyet” demeye başladılar.
600 yıllık bir rejimi değiştirmek yeni devlet kurmaktan daha zordur.
Bu değişiklik bazılarını mutlu ederken bazılarını da rahatsız etti.
Aradan geçen 87 yılda çok tuhaf işler oldu.
İlk 15 yıl mutlu olanlar çoğunluktayken, 10 Kasım 1938 den sonra Cumhuriyet rejiminden rahatsız olanların sayısı hızla arttı.
Mustafa Kemal’in en yakın silah ve yol arkadaşı İsmet İnönü bile Cumhuriyeti bazı ilkelerden ödün vererek koruyabileceği yanlışına saplandı.
İnönü’nün cumhuriyetin yılmaz bekçisi olduğunu savunanlar, Nazım Hikmet’in 12 yıl onun Milli Şef iktidarı döneminde hapiste yattığı, Sabahattin Ali’nin bir istihbarat ajanı tarafından öldürüldüğü, Tan Gazetesi’nin yakılıp yıkıldığı, Behice Boran- Niyazi Berkes-Pertev Naili Boratav’ın üniversiten atıldıkları gündeme gelince hemen konuyu değiştirirler.
Atatürk halka cumhuriyetin özünü sunmuştu, İnönü bunu biçimselliğe dönüştürdü.
İnönü iktidarı kaybettikten sonra sık sık “ akademik özgürlükten” söz etmiştir ama 1933 yılındaki üniversite devrimine ilk dinamit onun döneminde konulmuştur.
Ünlü Ressamlarımızdan Nuri İyem 1946’da bir resim sergisi açmak istediğinde, polis resimleri önce emniyetin görmesi gerektiğini kendisine bildirmişti.
Cahit Irgat 1947’de çıkardığı Rüzgarlar Konuşuyor adlı şiir kitabında yoksulluktan söz ettiği için 3 ay hapis cezasına çarptırılmıştı.
Bir yandan aydınlara baskı yapılırken öte yandan da demiryolları kenara itilerek “kara yolu” tuzağına düşüldü.
Yapılan karayolları üzerinde gidecek araçları Türkiye üretmediği için yedek parçadan lastiğe, motor yağından benzine ülke dışa bağımlı hale getirildi.
Bağımsızlık korunması kazanılmasından daha zor bir olgudur.
Biz kazandık ama koruyamadık.
İşin en acı yanı ise, korumak için hiç çaba göstermedik.
Bağımsızlığımızı savunan gençlerin asılmasına, işkence görmesine, hapislerde çürümesine tepki göstermedik, sessiz kaldık.
72 yıl önce emeklemeye başlayan karşı devrim bu günlerde uygun adım yürüyor.
Cumhuriyeti kuran parti iktidarı kadrolaşmak, kendi adamlarını yetiştirmek, devletin kurumlarını ele geçirmekle suçlarken, geriye bakıp kendisinin neleri yapmadığını görmek istemiyor.
Karşı devrimciler tarikatlarda örgütlenir mahalle aralarında fitnelerini yayarken , çağdaşlığı savunduklarını sananlar birbirlerinin gözlerini oymaktan öte ne yaptılar?
Fethullahçılar; okullar, ışık evleri, yurtlar, işyerleri kurup gençleri buralarda kendi amaçlarına göre yönlendirirken “laikler” kimleri nerede yetiştirdiler.
Nerede Türk Ocakları? Nerede halk evleri?
Hangi zengin Atatürkçü okullar açtı da Cumhuriyetin temel ilkelerini özümsemiş gençler yetişmesine destek verdi?
Ben milli görüşçülere ve onların türevlerine kızamıyorum.
Bir amaç belirlemişler ve ona ulaşmak için her yolu deniyorlar.
Seçimlerde eksiksiz sandık başına gidiyor, oylarını veriyorlar.
Karşı devrimin bu kadar uygun adım yürümesi ve sürekli yükselmesi rastlantı değildir.
Kemalistler, laikler, kendisine aydın diyenler bıraksınlar karşılarındakilerin neler yaptıklarını sayıklamayı.
Kendilerinin neleri yapmadıklarını düşünsünler.
|