Kültür Bakanlığının yayınladığı bir kitap elime geçti..
"Ankara'nın tarihi semt isimleri ve öyküleri",Yazar: ŞEREF ERDOĞDU
Kitabın içindeki ÜÇ GÜMÜŞ DERE başlıklı bölümü Efece Haber okurlarıyla paylaşmak istiyorum:
"Tatlı bir bahar sabahı, kuşluk vakti, güneş Kubbeli bağlarının önünde uzanan mora boyanmış tepelerin ardından doğmak üzere. Tam bu sıra Ankara semalarında üç gümüşü pırıltı dalgalanır. İkisi Ankara'nın doğusunda birisi güneyinde, pırıl pırıl, nazlı nazlı, kah coşarak gürül gürül, kah, sessiz ve sakin çakıl taşlarından atlayarak akar dururlar.
Bunlardan ikisi gümüş kemer olur dolanır Ankara'nın beline..Birisi adı güzel kendi tatlı İNCESU deresi, kemerin ikinci yarısı HATİP Çayı,... Üçüncüsü Hacı Bayram Veli'nin köyünü pırıltılara boğan bereket kapıları açan koca ÇUBUK Çayı...
O yıllarda suya hasret Ankara'nın ömrüne ömür katan yanan bağrına bahar yağmuru gibi serinlik veren, canına can katan hayat veren , içini, gönlünü aydınlatan üç gümüş deresi.
Ankara'nın mesire yeri, eğlence yeri, sazıyla, gramofonuyla, misketiyle, hüdaydasıyla, türküsü ile coşup oynadığı üç gümüş dere kenarı.
Meşhur Ankara tavasını, baklavasıyla görünce ohh.. diyerek yediği üç dere kenarı.
Hele "Hıdrellez" gelmeye görsün yine gümüş derelerin kenarı su içmek için eğilmiş söğüt dallarının gölgelediği yeşil çayırlarda bir "Sadabad" yaşanırdı.
- Ankara'nın neyi meşhurdur ? El cevap : Balı
Bu yeşillik bu çiçekler diyarında bal olmaz da ne olur.
İçim burkularak yazıyorum. Beton yığınları arıları kovaladı, sepetteki oğul balını ağzımızın tadıyla aldı götürdü.
Bu günün Ankara'sında, üzerinde bir günde binlerce aracın gelip geçtiği beton yolların altında kalan haritadan silinip atılan üç gümüş deresi yok artık "
Kitap 1999 yılında basılmış.
Hangi uygar kafa kentin ortasından akıp giderken havayı da temizleyen güzel derelerin üzerini betonla kapatarak onları kanalizasyona çevirir.
Çayların açıkta kalan kısımları öylesine pis kokuyor ki, insan soluğunu tutmadan yanından geçemiyor.
Son elli yılda Ankara'da Valilik, belediye başkanlığı yapanlar bunun vebalini üzerlerinde taşıyorlar.
Ölenler yattıkları yerde huzurlu mudur? Yaşayanlar yaptıklarından utanıyorlar mı?
Onların aymazlığının, kolaycılığının, yeteneksizliğinin, beceriksizliğinin cezasını bu gün Ankara'da yaşayanlar çekiyorlar.
Güzel dereleriyle 21.yüzyılda bir doğa harikası olabilecek kenti üç beş çapsız siyasetçibir o kadar da bürokrat öldürdüler.
Ankara’ya son darbeyi Melih Gökçek vurdu.
Çirkin demir yığınları olmaktan başka anlam taşımayan üst geçitler, yayalara hayat hakkı tanımayan otobanlar, caddelerin ortasına konan demir parmaklıklar Ankara’yı modernlikten kopardı.
Araç sürücülerinin yaya geçitlerinde durmasını sağlamak yerine kimsenin geçmediği çirkin üst geçitler kondurmak toplumu ilkelleştirir.
Yolların ortasına yayaların geçmesini engellemek üzere konan demir parmaklıklar ise Avrupa ülkelerinde de var ama yabani hayvanların ormanlardan geçen yollara atlamalarını engellemek için konmuşlar.
Ankara her yönüyle öldürülerek ilkellikler kentine dönüştürüldü.
İmar uygulamaları ise ayrı bir kepazelik.
“İnsanlar bir kenti nasıl öldürür” konulu roman yazmak isteyen Ankara’nın son 40 yılını inceleyebilir.
Erken Cumhuriyet döneminin yapılarını kezzap gibi kazıdılar.
Kızılay’ı boğdular.
Cumhuriyetin kuruluşunun her aşamasına tanıklık eden Ulus’u varoşlaştırdılar.
Cebeci, Bahçelievler, Emek çok büyük ev ağaç katliamı yaşadı.
İşin en acıklı yanı, öldürülen Ankara’nın ağlayanı da yok.
|