Ankara’ya ilk kez 1960 yılında geldim.
Dayım havacı astsubaydı.
Gazi mahallesinde tepe üstünde bir evin üçüncü katında oturuyordu.
15 gün kaldım.
Bu süre içinde Ankara’nın görülecek yerlerini yürüyerek gezdim.
Ankara’ya ikinci gelişim 1964 yılıydı.
Geliş o geliş.
45 yılı Varlık Mahallesi, Ulus, Aydınlıkevler, Etlik, Güneşevler, Batıkent semtlerinde yaşayarak geçirdim.
Yıllar önce yürüyerek gezdiğim yolları otobüs veya dolmuşla zor geçiyorum.
Ben yaşlandım ama Ankara da çirkinleşti.
Yürürken yapılar üzerime yıkılacakmış gibi oluyor.
Kaba demir yığınlarından oluşan çirkin üst geçitler hapishane kulelerine giden yollara benziyorlar.
Kaldırımların çoğunda dalgın veya vitrinlere bakarak yürüyen her an sakat kalabilir.
Gözleri görenlerin zorlukla yürüdüğü yerlerde görmeyenlerin durumlarını düşünmek yerel yönetimin aklından geçmiyor.
Çevrede plansızca yapılan alt-üst geçitler merkezde yoğun yığılmalar oluşturuyor.
Ankara insanların dışlandığı araçlar kentine dönüştü.
Bir zamanların gümüş parıltılarıyla akan derelerinin yanına kokudan yaklaşılmıyor.
ODTÜ arazisindeki göle göz dikenler, derelere atık boşaltanlara yıllardır söz geçiremiyor.
Hiçbir akarsu kaynağından kirlenmiş olarak çıkmaz.
Ankara’nın akarsularının nerelerde ve kimler tarafından kirletildiği biliniyor ama Kaymakamlar duyarsız, belediye başkanları ilgisiz, Ankara Valisi ise konuk sanatçı konumunu sürdürüyor.
İskitler Sanayi bölgesindeki esnafın sıkıntılarını yerinde inceleme zahmetine katlanmıyor.
Ankara’nın orta yerindeki çirkin yıkıntılar ve çöplük Gökçek tarafından özenle korunuyor.
Güneş battıktan sonra İskitlerde dolaşılamıyor.
İskitlerdeki esnafı buradan kaçırmak ve mülklerine öldü fiyatına el koymak için sotada bekleyen leş kargalarına meydan bırakılmış.
Devlet üretken zanaatkârlarını korumuyor.
Yanan Modern çarşının esnaf ve çalışanlarının durumları unutuldu.
Çarşı yıkıldı, boş arsa hemen kullanıma açıldı.
Ulus’un merkezindeki yer otopark olarak Keçiören Spor Kulübünün hizmetine sunuldu.
Erken cumhuriyet dönemine özgün mimari ile kenti süsleyen yapılar “işgal edilmiş” bir kente uygulanan acımasızlık ve duyarsızlıkla yıkılıp yok edildiler.
Köşe yazarları Melih Gökçek’i Ankara’yı çirkinleştirdiği için suçlarken eski belediye başkanlarını da unutmamalılar.
Gökçek yıllardır planlı biçimde yürütülen çirkinleştirmelerin son fırça darbelerini vurdu.
O Ankara’yı çirkinleştirdikçe, halkla dalga geçtikçe, esnafı canından bezdirdikçe, insanların ekmeklerini elinden aldıkça, belediyeyi borç batağına soktukça aldığı oylar çoğaldı..
Kentin insanın yaşam alanı olduğunu kavramış bir yerel yönetici 17 yılda Ankara’yı dünyanın en güzel başkentlerinden biri yapardı.
Güzel Ankara çirkinleşti.
Güzel Ankara gözlerimizin önünde kayıp gitti.
Hani yıllar öncesinin dilerden düşmeyen bir şarkısı vardı.
“Ankara Ankara güzel Ankara
Seni Görmek ister her bahtı kara”
Dünyanın en güzel kenti İstanbul’u bırakıp Ankara’ya geldim.
Düzgün bir kent olduğu için.
Yollarında insanlar birbirinin üzerine üzerine yürümediği için.
Temiz ve sakin olduğu için.
Ben Ankara’ya geldim ama Ankara bir yerlere savuştu gitti.
Gece yattığımda 1964 yılında geldiğim kenti hayal etmeye çalışıyorum.
Gençliğime benzetiyorum onu.
50 yıl önce ölen bir Ankaralı yeniden diriliverse oturduğu semti de, yaşadığı evi de , gittiği çarşıyı da bulamaz.
Ankara’ya uygulanan zulüm, yıkım ve planlı çirkinleştirme cumhuriyete karşı düşmanlığın dışa vurumudur.
Son fırça darbeleri de Gökçek’ten geldi.
|