Hukuk devleti kavramı yıllardır ülkemizde tartışılır.
Hukuk , var mıdır yok mudur ?
Bir vardır, bir yoktur.
Hem vardır, hem yoktur.
Ne vardır, ne yoktur.
Hukuk değil görünmez adam.
Yönetimi ele geçiren siyasiler Türkiye’nin hukuk devleti olduğunu savunurlar.
Bunlar muhalefete geldiklerin de ise “hukuksuzluktan” yakınırlar.
Bu kez de daha önce muhalefette “hukuk yoktur “ diye bağıranlar kıçlarını ısıtan iktidar koltuklarının verdiği sıcaklıkla “hukuk devletini” savunmaya başlarlar.
Yarım yüzyıldır yasacılıkla hukukçuluk arasında gel gitler yaşanmakta ve yasacılığın yerelliğinde kurtulup hukukun evrenselliğine geçmek başarısı yakalanamamaktadır.
Bu arada peş peşe açılan “hukuk okulları da” hakim, savcı, avukat ve bol bol da “hukuk danışmanı” üretmekteler.
Bu okullardan ara sıra hukukçu çıkmaktadır ama onlar da “körler ülkesinde tek gözlü adam” gibi kalmaktadır.
Cumhuriyet acıklı bir hukuk serüveniyle bu günlere gelmiştir.
Atatürk döneminde hukuk devleti olamazdık.
Osmanlı bürokratları ile yapılandırılmaya çalışılan yeni rejimin kadrolarında Atatürk’ten başka vizyonu bulunan, geleceğe yönelik planları olan kimse yoktu.
Milli Şef İnönü’lü yıllar ise Nazi hayranlarının aptalca hayalleri, kafatasçılığın milliyetçilik kılığında içeriye sızması ve var olanı koruma telaşı içinde yerinde saymalarla yaşandı.
Bu dönemde hukuk öksüz ve yetim kaldı.
Çok partili sistem de hukuk devletini getiremedi.
Çoğu eski CHP’li olan Demokrat Partililer ülkenin sorunlarını çözmek yerine bugün bile nedenini kimsenin açıklayamadığı bir “İnönü düşmanlığına “kapıldılar.
Demokrat Parti’nin iktidar yıllarında hukuk devleti olmaktan geçtik , yasalar bile “oyun hamuruna “ çevrildi.
27 Mayıs darbesi, 12 Mart tacizi ve 12 Eylül felaketi Türkiye’yi hukukun evrenselliğinden iyice koparıp yasacılığın hücresine sıkıştırdı.
Yasaların hukukla beslenme ilkesi ise tavan arasına atıldı.
Avrupa Birliğinin üyesi olmak için çırpınan Türkiye hukuk devleti olamamanın sancılarıyla kıvranıyor.
Yılların yasalarla destekli yasakçılığı başımıza bela olmayı sürdürüyor.
Gün kurtarılamadığı gibi çok ağır bir fatura ödeneceği için geçmişle de yüzleşmekten kaçınılıyor..
27 mayıs darbesinden sonra yargılanan ve mahkum edilen siyasetçilerin itibarları geri verildi.
Bir kısmı ulusal kahraman ilan edildi..
Bu siyasetçilerin verdikleri buyrukları uyguladıkları için memuriyetlerinden olan ve hayatları kararan polislere ne oldu ?
12 Mart askeri mahkemeleri kimlerin yaşamlarını söndürdü ?
12 Eylül’den başlayarak geriye doğru gidilsin.
12 Eylül uygulamaları insanlık tarihinin en büyük hukuk kılıflı kepazeliğidir.
İdam edilen 50 ye yakın gencin dosyaları yeniden incelenmeli ve delilleri ile gerekçeleri halk tarafından öğrenilmelidir.
Dünyanın çok bilinen bir yaşam kuralı vardır.
İnsana değer ve önem vermeyen toplumlar tarihin muhteşem çöplüğünde yerlerini alırlar.
Devletler “ sonsuza kadar yaşamak” üzere kurulurlar ama geriye baktığımızda adlarından ve bıraktıkları izlerden başka şey göremeyiz.
Hukuk devleti olamamak Türkiye’yi her geçen gün biraz daha yormaktadır.
Devletlerin durup dinlenme hakları yoktur.
Duran düşer.
Düşen batar.
Hukuksuzluk da en büyük batma nedenidir.
|