Dili, toprağı, ormanı eriyip giden bir ülkenin en çok yüz yıllık ömrü kalmıştır.
Biz yıkılmayız, bitmeyiz, tükenmeyiz, aslanız, Türk’üz, doğruyuz, bir Türk dünyaya bedeldir gibi kendi kendimize yaptığımız reklamlar, yok olup giden değerleri kurtarmaya yetmiyor.
“Vay canına, bu adam Türklüğe hakaret ediyor”, diyecek salaklar önce çevrelerine baksınlar.
Türkiye konuşabilse şöyle derdi :
- Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete..
Türkiye dolu dizgin gidiyor.Freni patlamış TIR gibi gidiyor.
İnsanımız da seyrediyor.
Bir İngiliz atasözü vardır :
- Yüksekten düşen, yere çarpana kadar acı duymaz.
Bir yerimiz acımıyor diyenler bu sözü duymamış olanlardır.
Dilimiz eriyor..Türkçe’miz yok oluyor..
Önce dili sadeleştirmeciler, şimdi de AB- ABD yalakaları Türkçe’nin canına okudular.
Yollarda sıra sıra CAFE'ler, SİMİT CENTRE'lar, SHOW ROOM'lar, SUPER MARKET'ler, ERKEK KUAFÖR'leri, BODY SHOP'lar, SHOP CENTRE'ler, Out Let’ler iş yerlerinin tabelalarında sırıtıyorlar.
Merkezler centre, bakkallar market oldu. “Tabip - hekim “, doktor oldu ve orman mühendisinin odun doktoru ile tıp doktoru karışıverdi.
Cerrah, operatör yapıldı. Adama mesleğini soruyorsun :
- Operatörüm, diyor.
Belki işiniz düşer diye :
-Hangi hastanede çalışıyorsun?, diyorsunuz.
- Ben grayder operatörüyüm, diyor.
Soran grayderin ne olduğunu bilmiyorsa, midesini düzeltmek için yardım isteyebilir.
Toprağımız yıllardır denizlere akıyor.Tren geçer öküz bakar, toprağımız gider biz bakarız.
Türkiye hızla çölleşme yolunda ilerliyor.
TEMA gibi örgütler erozyonu önlemeye çalışıyor ama yetmiyor, giden gelenden fazla.
Elli yıl sonra Türkiye toprakları çöle dönecek.
Devletten tık yok.
Bu iş için ödenek ayrıldığını duyan varsa söylesin.
Toprak olmazsa vatan da olmaz. Türkler Orta Asya'dan neden kaçtılar ?
Ormanlarımız ise yakıla yakıla bitirilemedi.
Romalıların başlattığı ağaç katliamını Osmanlılar da aksatmadılar.
Cumhuriyet direniyor ama yine giden gelenden fazla.
Sağda solda HATIRA ormanları görüyorum.
Nerdeyse her kurumun bir hatıra ormanı var.
Ama hepsi tam hatıra olmuşlar.
Birileri televizyon kameraları eşliğinde gelip bir kaç yüz ağaç dikmiş, bazıları buraları telle de çevirmiş ve ağaçlarla vedalaşıp ayrılmışlar, adı da hatıra ormanı olmuş.
Gidiş o gidiş.
Bir daha kimse uğramamış.
Hatıra çocuğu gibi..
Doğurup sokağa bırakıyorlar.
Birileri bulursa çocuk büyüyor, yoksa ölüyor.
Ağaçların sokağa bırakılan çocuklar kadar da şansları yok.
Hatıra ormanları öyle sapa yerlerde ki, yoldan geçen çoğu kez sadece HATIRA ORMANI tabelasını görüyor ama ağaçlar ortalıkta görünmüyor.
Akarsuları, gölleri, kurutup yok edilen sazlıkları, yuvalarından edilen kuşları, lağım çukuruna çevrilen körfezleri yazmaktan utanıyorum.
“Dil - toprak – orman” bir ülkenin, bir toplumun var oluşunun vazgeçilmezleridir.
Biz üçünü de bozuk para gibi harcıyoruz.
Türkçe sıradan bir dil değildir.
Bir imparatorluk dilidir.
Oynaya oynaya tanınmaz hale getirdik.
Kirleterek zehre dönüştürdüğümüz göller, akarsular, körfezler gibi Türkçe’yi de kirlettik.
|