Çok sık kullandığımız bir cümle vardır:
“ Yıllar hızla geçiyor”
Yılların geçtiği falan yok.
Gelip geçen bizleriz.
Yıllar yerinde duruyorlar.
Arkamızda geçenler, önümüzde gelecek olanlar.
Bir de içinde yaşadığımız yıl.
Yıllar hancı biz yolcuyuz.
“Bunu da nereden çıkardın ?” diyenler aynaya baksınlar.
Yorulan, eskiyen, yıpranan yıllar mı, yoksa yüzümüz ve bedenimiz mi?
Hayat bir yolculuk gibidir.
Almışız sırtımıza torbamızı vurmuşuz kendimizi yollara.
O durak sizin, bu durak bizim yürüyoruz.
Yolların yorulduğunu duyan var mı?
Zaman da yorulmuyor.
Zamanla yollar arasındaki en büyük fark kullanılış biçimindedir.
Biz geçtikten sonra da arkamızdan gelenler aynı yolları kullanıyorlar.
Zaman ise bir kez kullanılıyor.
Milyarlarca insan zamanın içinde geçip gidiyorlar.
Zaman ise içinden geçen zavallılara bakıyor.
Gülmüyor, ağlamıyor, “ bunlar nereye gidiyor” diye merak etmiyor.
“Bir kullanımlık mendil” gibi kullanılıyor ve olduğu yerde bırakılıyor.
Bizler de kendimizi avutuyor ve 2011 geldiği için seviniyoruz.
Aşık Veysel’in dediği gibi:
2011 yılı da diğerleri gibi “iki kapılı bir han”
1 Ocak gece yarısı 00.00’da hanın kapısından giriyoruz.
31 Aralık gece yarısı 00.00’da hanın diğer kapısından çıkıp 2012 numaralı hanın kapısından içeri sızıyoruz.
40 yıl önce ne yaptığımızın farkında değildim.
Yılların geldiklerini ve geçtiklerini sanıyordum.
Yüzümdeki çizgiler çoğaldıkça, saçlarımdaki son siyah teller kayboldukça, dizlerim ağrıdıkça, bacaklarım bedenimi çekememeye başladıkça, yorgunluğum giderek arttıkça yaptığım zorunlu yolculuğun bilincine ulaştım.
Geride bıraktığım 68 yılda gördüklerim ve yaşadıklarım neredeyse 3 yüzyılı kapsayacak kadar geniş kapsamlı.
Doğduğum tarihten önceki 300 yılda benim 68 yılda yaşadıklarım hayal bile edilemezdi.
Mangaldan kalorifere, güvercinlerle haberleşmekten görüntülü cep telefonuna, deve sırtında ya da atla seyahatten sesten hızlı uçaklara, gramofondan televizyona, kocaman dünyadan küçülen dünyaya geldik.
Savaşlar her türlü mertlikten ve kahramanlıktan uzak birer kahpelik, kalleşlik, sahtekarlık haline dönüştü.
Savaş cepheleri öylesine genişledi ki, atılan bombalar artık minik karyolasında uyuyan bebekleri öldürüyor.
2011’e de geldik.
Arkamıza dönüp baktığımızda insanlık adına yitirdiklerimizin çokluğu karşısında isyan ediyoruz.
“Yeterince yaşadık üstü kalsın” diyesimiz geliyor.
“Yeniden başlamak için çok geç, bırakıp gitmenin tam zamanı” diyeceğiz ama isyan ve istekler sonucu değiştirmeyecek. Hayat oyunundaki rolümüz bitene kadar sahnede kalmak zorundayız.
|