Bir dönem devrimci solun Türkiye'de uygulamak istediği bir strateji vardı.
İyi düşünülmüştü ama uygulamak için seçkin ve yetişmiş kadrolarla, inanmış
sınıfının bilincine varmış kitleler gerekiyordu.
Önce kurtarılmış mahalleler oluşturulacaktı.
Daha sonra bunlar birleştirilerek kurtarılmış bölgeler ve bunlarda birleştirilerek kurtarılmış kentler, en sonunda da devrim sürecinin son aşaması olan kurtarılmış Türkiye’ye ulaşılacaktı.
Ancak Türkiye halkını yönetmeye kalkan beyinlerin önemli saplantıları bulunuyordu.
Onlar, kendilerini çok akıllı, zeki, bilgili, karşılarındakini de salak sanıyorlardı.
Oysa sosyalizm daha 100 yaşına basmamıştı.
Öte yanda kapitalizm, feodal toplum seçkinlerinin önderliğinde bin yıllık
yönetim deneyimiyle donanmıştı.
O dönemin sol akıldaneleri kitleleri yanlarına çekebilmek için ,emperyalizme
“kağıttan kaplan” yakıştırması yapmışlar, işin garibi kendileri de buna inanmışlardı.
Bir gün kağıttan kaplan kendilerini yemeğe başladığında, emperyalizmin çelik
dişleri arasında mama olurken işlerin hiç de öyle basit olmadığını gördüler.
Bunun bedeli çok ağır oldu ve geleceği kucaklayacak devrimci kadroların
yetişme umudu neredeyse yok edildi.
Devlet tüm gücüyle solun ve kurtarılmış bölgelerin üzerine gitti.
İşkenceler, infazlar, idamlar, hapisler yanlış hesabı Fatsa'dan çevirdi.
Polis ve sıkıyönetim kurtarılmış bölgelerdeki solcuları tam anlamıyla temizledi.
Ajanlar, kışkırtıcı ajanlar, siyasi şubeden örgütlere sızanlar, ideolojik boşluğun verdiği donatımsızlıkla karanlıkta el yordamıyla yol almaya çalışan devrimcilerin sonunu getirdi.
Günümüzde kurtarılmış bölgeler senaryosunun yeniden sahneye konduğunu görüyoruz.
Bu kez, devleti ve toplum din eksenine yerleştirmeye çalışanlar aynı yolu deniyorlar.
Sultanbeyli, Fatih, Çarşamba, Eyüp ve bunları izleyecek diğerleri.
Türkiye'nin çeşitli kentlerinde bu oyun sahneleniyor.
Devrimcilerin paraları yoktu.
Devrim sürecinde harcamak için mahalle bakkalını ve memur maaşı dağıtan
görevlileri soyuyorlardı.
Şeriat yanlıları ise hem bağış adı altında halkı soyuyorlar, hem zengin yandaşlarının parasal desteğini alıyorlar, öte yandan da şantajla para topluyorlar.
İşin en korkunç yanı ise, devlet bu kurtarılmış bölgeleri kendi adına kurtarma
girişiminde bulunmuyor.
Savcının soruşturma isteği emniyette uyutuluyor.
Emniyet içindeki cemaat yapılanması oya gibi işleniyor.
Devletin diğer kurumları da bu yapılanmadan payına düşeni alıyor.
Atatürk düşmanı sapıklar içlerine bir türlü sindiremedikleri laik cumhuriyetin
altını inceden oyuyorlar.
Bir zamanlar ve gerektiğinde şimdi de solcuları acımasızca saf dışı bırakanlar, aynı eylemi şeriatçılar yapmaya başlayınca pek yavaş davranıyorlar.
Biliyorlardır ama ben yine hatırlatayım :
Devrimciler, şeriatçılar, Naziler ve faşistler kendilerine iktidar yolunda yardım
edenleri devleti ele geçirdiklerinde öncelikle yok ederler.
Neden mi ?
Özgürlük içinde yaşadıkları sisteme ihanet edenlerin, onları da bir gün satacaklarını bildikleri için.
İhanetin onurlu olanı yoktur.
Çok çeşitli ihanet vardır.
Günü birlik yaşayıp ülkenin yarınlarını düşünmeden çok küçük çıkarlara
kiralanmak da pek bilinmeyen bir ihanet türüdür.
|