Son günlerde herkes adaletsizlikten yakınıyor.
Tutukluluğun cezaya dönüştüğü tartışılıyor.
Ergenekon, Balyoz, Şike soruşturmalarındaki hukuksuzluk insanları rahatsız ediyor.
Sanki daha önceleri hukuk, adalet ve yargı bağımsızlığı varmış gibi.
Demokrat Partililer ülkeyi yönetmeye çalıştıkları için darbeyle alaşağı edildiler.
Yassıada mahkemesi tüm hukuk tarihinin yüzünü kızarttı.
Yıllar önce Deniz Gezmiş ve arkadaşları ulusal bağımsızlık için meydana atıldığı,
bu arada birde banka soyduğu için asıldılar.
12 Eylül mahkemelerindeki dosyaları yeniden açmaya kimsenin yüreği yetmiyor.
Çocuklar baklava çaldılar, yirmi yıla yakın ceza aldılar.
Büyük kentlerde kapkaç aldı başını gidiyor.
Bu işleri yapanlar çocuk oldukları için ceza verilemiyor.
İçlerinde aynı suçu yüzlerce kez yineleyen var ama bunlar için yasal düzenleme yapılmıyor.
İstanbul'un ortasında tinerci çocuklar insanlara saldırıyorlar.
Büyük kentlerde haraç çeteleri kol geziyor..
Önlem alınamadığı için sayıları giderek artıyor.
Bazı kişiler zamanında yargılanamadığı için “zaman aşımından” yararlanıyor.
Bazı dosyalar raflardan buharlaşıp uçtukları için suçlular ceza almaktan kurtuluyor.
Aptullah Öcalan ölünceye kadar tatil cezasıyla Marmara'nın en güzel adasında keyif çatıyor.
Güneydoğuda ölen on binlerce insanın acısı dalgalar halinde İmralı sahillerine
vururken kimse onu hücreye koymayı düşünemiyor.
İnsanın aklına CIA ile özel bir “Apo anlaşması” yapıldığı geliyor.
Marmara depreminde ölenlerin kesin sayısı bir türlü açıklanmıyor.
Resmi rakamlara göre ölen 18 bin kişinin katilleri zaman aşımı denilen
hukuki kepazelikle yakalarını kurtarıyor.
Çürük binaları yapanların, o bölgede çok katlılara izin verenlerin ve bunları denetlemeyenlerin adları çoktan unutuldu.
Tıpkı ölen on binlerce insan gibi...
Bir garip Veli Göçer göçertildi..Televizyon reklamlarında adı sıkça
geçmese zaman aşımı pastasından bir dilim de o yerdi.
Mahkemelerde davalar bitmek bilmiyor.
Yoksulluk, cahillik, uyanıklık, yasalardaki boşluklar bitmeyen ve
bitmeyecek davaları birlikte getiriyorlar.
Bizim olmayan ve bize uymayan bir hukuk sistemi ile yaşamak zorunda bırakılıyoruz…
Yurttaş perişan, adliye sistemi yoğun, yorgun ve çaresiz.
Mahkemelerde, ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR, yazar
Mecliste, EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ M İLLETİNDİR ,yazar
Ankara'da bir fakültenin duvarında HAYATTA EN HAKİKİ MÜRŞİT İLİMDİR, yazar
Bu coğrafyada mülkün temelinde zulüm ve hırsızlık yatar.
Egemenlik milletin eline verilmemesi için her türlü cambazlık, üç kağıt, baskı uygulanır.
Üniversitelerde ilim yapılmaması, insanların olaylara at gözlüğü ile bakmaları,
yanlışların görülmemesi ve gösterilmemesi için her yol denenir.
Türkiye'nin durumunu Ankara Adalet Sarayının dış boyası çok iyi yansıtıyor.
Batıda adliye binalarının içleri ve dışları çok görkemlidir.
Bizimki, kırmızı kara arası bir garip renk.
Kim beğenmiş seçmişse mutlaka gözlerinin renklerle sorunu var.
Kırk yıldır izlediğimiz adliye sistemi dünya gerçekleriyle çelişiyor.
Bu arada adaletin mülkün temeli olmadığını anladık da nesi olduğunu çıkaramadık.
Ülkede adalet dağıtan tek yerin adliyeler olamayacağı anlaşıldığında ilk
yapılacak iş bu bakanlığın adını değiştirmeyi gündeme getirmektir.
Sonra da mülk - adalet ilişkilerini irdelemek…
Bu işe büyük toprak sahiplerinin, ya da ağalarının edinimlerinin
kökenleri araştırılarak başlanabilir.
Bir de şu sayıları 1000 dolayındaki faili bilinmeyen cinayetler var.
Adalet insanlığın temeli olmalıdır, ama…
Buraya özdeyiş olarak :
Ölme eşeğim ölme... Uyar m?.
Uysa da, uymasa da yazdık bir kere...
|