Cumhuriyet’in imparatorluktan aldığı en kötü miras, “kutsal devlet” anlayışıdır.
Bu kötü miras, imparatorluktaki tüm belalarını yeni devletin yurttaşları üzerinde de estirmiş,
insanların kulluktan kurtulmaması için ne gerekiyorsa yapmıştır.
Kutsal devlet tek başına ateş olsa bir karış yer yakar.
Asıl bela, ruhlarında imparatorluk ateşi ile yaşayan ve halkı sürüden farksız gören,
önemli olmayı her şeyin üzerinde tutan kakavan yönetici takımıdır.
Cumhuriyetin kuruluş yıllarında kutsal devlet, Atatürk’ün karizması ile birleştiğinde
geniş halk yığınlarında uyarıcı etkisini gösteremedi.
Çünkü halk, Atatürk’ün kişiliğinde kurtarıcılığı görüyor ve kendisini gerçekten çok seviyordu.
O günlerde Atatürk “devlet” demekti.
Böylece devlet iki kez kutsal oluyordu.
Atatürk’ün tutarlı, yapıcı, ilerici, devrimci, ciddi ve dürüst kişiliği devletin halkı
ezerken çıkardığı sesleri yok ediverdi.
Ondan sonraki Milli Şef ve Demokrat Parti dönemlerinde kutsal devlet, tabutluk işkenceleri, falakalar, sürgünler, aydın kıyımı olarak tüm dehşetiyle ortalıkta dolaşmaya başladı.
En çarpıcın örnek Nazım Hikmet’tir.
Bu dünyaca ünlü ozan, cezaevlerinde geçirdiği 12 yıl boyunca Milli Şef’ten bir ışık bekledi.
Kurtuluş Savaşı’nın ikinci adamı ise Nazım için cezaevlerini daha uygun gördü.
Kutsal devlet sadece kendisine tapanları, köşkte oturana methiye düzenleri yaşatıyordu.
Sabahattin Ali ne idüğü belirsiz bir hayvan tarafından kafasına sopayla vurularak öldürüldü.
Söylentiye göre katil istihbarat ajanıydı.
Demokrat Parti’nin Hitler hayranı milletvekillerinden Kör Şevket 141- 142 maddelerde yaptırdığı değişiklikle kendisinden daha sağda olan Osman Bölükbaşı’nı bile çıldırtmıştı.
Çoğunluk Demokrat Parti’de olduğundan son kırk yılın sürekli aydın katliamını
gerçekleştirecek o rezil değişiklik meclisten geçiverdi.
Türkiye’ye demokrasiyi getirdiklerini öne süren 27 Mayısçılar bir yanda sözde bazı
özgürlükler için kapı aralarken öte yandan da 141-142 maddeleri aynen koruyarak
fazla özgür olmak isteyenleri canları istediği zaman içeri tıkmak konusunda alt yapıyı hazır tuttular.
Çünkü 27 Mayısçılar da kutsal devletten yanaydılar.
Halk yığınlarının kulluktan vatandaşlığa atlayıvermeleri her halde öncelikle temelli
senatörlük kurumunu ortadan kaldırırdı.
Feodal dönemle birlikte bitmesi gereken kutsal devlet bugün bile yaşayabiliyorsa,
toplum dinamiğinin bir yerlerine birileri demir çubuk sokmuş demektir.
Devlet kutsal olmaz. Kutsal olan insan yaşamıdır.
Sadece insan yaşamı da değil, insanın güzel yaşaması, rahat yaşaması, kolay yaşamasıdır.
1993 yılında emekçi halk yığınları yaşamın altında her zamankinden daha çok eziliyorlar.
Tüm eziklik, bu zillet ve sıkıntı niçin?
Devletin olanaklarını sadece kendi çıkarları için kullanan yeni padişahların o güzelim rahatları için mi ?
Yoksa halktan yana olduklarını söyleyen bazı sosyal demokrat beyzadelerin kırmızı plakalı otolarının altlarından kayıp gitmemesi için mi?
İnsanlar artık kutsal devletten bıktılar.
Temiz toplum, kutsal halk istiyorlar.
NOT: Bu yazı 10 Ağustos 1993’te ULUS Gazetesi’nde yayımlandı.
İnsanlar bu gün de kutsal devletten bıkmış durumdalar.
Başlarına bir de “kutsal iktidar” kondu. İşleri iki kere zorlaştı.
İktidarın başındaki beyefendi padişahlık yetkileri peşinde.
Osmanlı döneminde 44 sadrazamın padişahlar tarafından idam ettirildiğini bir
yerlerde okumuş olmalı ki, idam cezasının yeniden yasaya girmesini istiyor.
Bir söz vardır, bana aittir ve herkes kullanabilir:
“Kimse içinden çıkamayacağı kadar derin çukur kazmamalı”
|