Pazar günü geldi. Artık her şey hazırdı...
Beyazıt’tan başlayıp Taksim’de sona erecek olan anti-emperyalist miting için işçiler, öğrenciler toplanmaya başlarken, aynı saatlerde Beyazıt Camisi ve Dolmabahçe Camisi de doluyordu.
Saat 14.00... Beyazıt’ta toplanan yaklaşık 30 bin kişi yürüyüşe geçmişti.
Sultanahmet, Sirkeci, Karaköy, Tophane üzerinden yürünüyordu.
Bu arada Taksim’de ABD’ye karşı olanlara karşı olanlar toplanmaktaydı.
.Polis de asıl gücünü Taksim’e yığmış beklemekteydi.. Askerden de yardım istenmişti.
Yürüyüşçüler, Gümüşsuyu’ndan çıkıp Teknik Üniversite önüne geldiğinde gençlik önderleri bir değerlendirme yapıp Taksim’e bir öncü grup göndermeye karar verdiler..
Asıl kitle ise üniversitenin arkasından dolaşarak alana girecekti.
Ancak yaklaşık 400 kişilik öncü grup Taksim Alanı’na girdiği anda saldırı başlamıştı.
Yarbay Celal Küçük’ün yıllar sonra Nokta dergisine anlattıkları, her şeyi yeterince aydınlatıyor: “Olay günü sabah dokuzda Taksim’e gittim. Osman Gülkılık ve İhsan Kuranar filan inzibat kulübesinde toplanmışlardı.
Korkunç bir sessizlik vardı. Olay çıktı çıkacak.Adamların ellerinde tesbih, demirler, sopalar, zincirler.
Dolmabahçede sabah namazını kılmışlar, tıklım tıklım meydana doluyorlar.
Taksim Alanı’nın çevresine açılıyorlar. Orta boş kalıyor. Giren öldürülecek.
Toplum polisi de Opera’nın önünden Vakıf İşhanı’na doğru bir kama atıp gelen irtibatı kesiyor ve girenlerin üzerine aletli saldırı başlıyor.
Yürüyüşçüler silahsız, canını kurtaran Sıraselviler’e, Kazancı’ya kaçıyor.
Sonuç 2 ölü, 200 yaralı.
Polisin hiçbir müdahalesi olmadığı gibi yere düşen silahı alıp sahibine veriyor.
Bir askeri kıta on beş dakika sonra alana geliyor, ama olan olmuş.
Gruptan biri bir megafon alıyor eline ve ‘şimdi de, Cumhuriyet’e, Milliyet’e gideceğiz’ diyor.”
Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan meydanda öldürülüyor.
ABD yalakaları günlerdir boşuna yazılar yazıp “Endonezya’daki komünist kıyımını” övüp boşuna cihad çağrıları yapmamışlardı.
Bütün soruların yanıtı 16 Şubat akşamı verilmişti. Her şey ortadaydı.
Üstelik, Genç Sinemacılar Grubu, Taksim alanındaki bütün olayları filme çekmişler ve TV’ye vermişlerdi.
Ama filmin gösterimi dönemin başbakanı Süleyman Demirel tarafından engelleniyor, Meclis’te konuya ilişkin görüşmeler ise 20 dakikalık bir süreye sıkıştırılmaya çalışılıyordu.
Dönemin Valisi Vefa Poyraz ise aradan yirmi yıl sonra bile utanma duygusundan yoksundur: “Kanlı Pazar olayı İrticai bir hareket değil, sol bir hareketti. 171 sayılı kanuna göre sol yürüyor, bu yürüyüşe mani olmak isteniyor, İdare de bunları önlemek istiyor. Ama Taksim’de ani bir halk hareketi, ani bir karşılaşma oluyor, iki kişi maalesef hayatını kaybediyor.
Olay öncesi de Bugün gazetesi’nde çıkan Mehmet Şevket Eygi’in yazıları, toplu namazlar, filan... Namaz kılıyorlar, ama bunlar kendi içlerinde maksatlı olabilir, camiye gidip insanları yargılayamazsınız.”
Vefa Poyraz eski bir kurmay subaydır ve sol düşmanıdır.
Kanlı Pazar olayının baş sorumlusuydu ve yargılanması gerekirdi ama yaşamının kalan kısmını cezaevinde geçirmesi yerine kendi gibi olanların destekleriyle bakanlık yapmıştır.
“Komünistlerin kokusunu alma” iddiasıyla nam yapmış olan İçişleri Bakanı Faruk Sükan’a göre ise olay “tamamen komünistlerin tertibidir. “Tam bir ihtilal provasıydı o.
Eğer tedbir almamış olsaydık, büyük hadiseler olacaktı.”
Faruk Sükan da yargıda hesap vermesi gereken biriydi ama hizmet ettiği güçler tarafından korundu.
Nedir ki, tarihte aldığı yeri ve hakkında yazılıp, söylenenleri yattığı yerden görebiliyorsa pek rahat ve huzur içinde değildir.
16 Şubat 1969...
Gericiliğin ve Amerikan uşaklığının kanlı tarihinde bir sayfa...
Ve iki şehit: Duran Erdoğan, Ali Turgut Aytaç...
O gün ABD ve 8.Filonun İstanbul önlerinde demirlemesine karşı olanlara, yani ülkelerini gerçekten .sevenlere karşı olanlar bu gün nerelerdeler?
Hatanın bilmecesi bu soru olsun. Bilin bakalım….
|