Taksim’deki gezi parkında doğal yapıyı korumak için oturma eylemi yapanlara
gecenin ortasında saldırıldı. Kurulan çadırlar yakıldı. Okudukları kitaplar yırtıldı. Biber gazı sıkıldı ve insanlar tartaklandı.
Böyle kışkırtıcı bir buyruğu kimin verdiği yakında açıklanır ama günlerdir direniş yapan halkımızın bunlara teşekkür etmesi gerekir.
Ağzına kadar dolan bardak işte bu baskınla taştı.
Diş macununun tüpten çıkması için basmak yeterlidir ama tekrar tüpe sokmak için tüm çabalar boşunadır.
Yıllardır, tehdit, baskı, hakaret, aşağılama, küçümseme, dalga geçme, kendinden olmayanı ötekileştirme, kibir, gurur, yapay gündemlerle halkı oyalama, gerçekleri saklama, kandırma ve aldatma öylesine yaygınlaştı ki, bunlara bir tepki geleceği, toplumsal bir patlama yaşanacağı aklını kullanabilen herkesin görebildiği durumdu.
Erdoğan “ halk bizi seçti, her istediğimizi yaparız” havasına kendisini o kadar çok kaptırdı ki, demokrasinin bir hoşgörü ve uyum rejimi olduğunu unutuverdi.
Eğer, made in USA markalı danışmanları, “ başbakanı kimseye yedirmeyiz” cinsinden sokak jargonlarına takılırlarsa sadece kendilerini aldatırlar.
Halkın yiyemeyeceği kadar büyük lokma yoktur, yeter ki istesin…
31 Mayıs’ta İstanbul’da başlayan direnişin kısa zamanda 77 ile yayılması rastlantı değildir.
Siyasi parti ve örgüt işi de değildir.
Halk içinde biriken, korkudan söyleyemediği isteklerini seslendirmeye başladı.
Halkın isteklerine neden öfke de eklendi?
Polis güçleri, sakin giden bir eyleme öfkeyi ekleme başarısını gösterdiler.
Bana kızacaklar çıkabilir ama iyi de yaptılar.
Etki-tepki konusunda eğitilselerdi, Türkiye’yi meydan meydan sallayan eylemler oluşmayacaktı.
Neler oldu da tepkiler her geçen gün yükseldi.
Haydi bir bakalım neler olduğuna:
Uydurma belgeler, sahtekar gizli tanıklarla suçsuz subaylar cezaevlerinde tutuldu, yargı siyasallaştırıldı, doktorlar aşağılandı, üniversiteler liseleştirildi, sigaraya karışıldı, içkiye karışıldı, yatak odasına karışıldı, ulusa seslenirken arka fondaki Atatürk resmini kaldırıldı, İzmir'e gavur , anayasayı yapanlara iki ayyaş denildi, 10 Kasım’lar engelledi, 29 Ekimler savsaklandı, 23 Nisan’lar askıya alındı, 19 Mayıs’lar yasakladı, şehit analarına yaygaracı denildi, dağdakiler bağışlandı, kadınlar öldürüldü ses çıkarılmadı, andımız kaldırıldı, İstiklal marşı gereksizleştirilmeye çalışıldı, Obama’nın sözünden çıkılmadı, dizilere karışıldı, TC PKK’lıların isteği doğrultusunda kaldırıldı, Suriye’de rejime isyan eden kiralık katillere ve emperyalist uşaklara arka çıkıldı, tüm komşularımızla kavgalı hale gelindi, İsrail’in güvenliği için patriotlar Anadolu’ya yerleştirilerek hakkın canı tehlikeye atıldı, Türklüğün anayasadan çıkarmanın alt yapı
çalışmaları yapıldı, açık, net ve yaygın bir Alevi düşmanlığı başlatıldı, annelerin ve babaların seslerini yükseltmeyi kıyamadığı gençlere bağırıldı, hakaret edildi.
Bütün bunlar yetmemiş olacak ki, saldırganlık dozu iyice arttırılarak, hakkını arayan, demokrasiyi, özgürlüğü savunanlara, hukuk devleti olunmasını isteyenlere “çapulcu “denildi. İnsanların ayaklanmasını gezi parkındaki birkaç ağaca bağlamak gerçeklere kör bakmaktır.
Ayrıca, eğer konu ağaçlarsa bu direnişler hiç bitmeyecek demektir.
Melih Gökçek’in yol, meydan, viyadük bazı yapıları kondurtmak için Atatürk Orman Çiftliğinde kestirttiği ağaçlar nerdeyse bir orman oluşturacak kadar çoktur.
Gezi parkı direnişleri biter Orman Çiftliği direnişleri başlar.
Sayın Başbakan konuşmayı kesip de dinelemeye başladığında direniş ve ayaklanmalar da son bulur.
|