Bir varmış bir yokmuş. Hem varmış hem yokmuş. Ne varmış ne yokmuş.
Develer telalık etmez, pireler berberlikten çakmaz, çocuklar annelerinin beşiklerini sallamazlar ama yerinde sayanlar yürüyenlerden daha çok gürültü ederlermiş.
Gürültüden ortalık toz duman olduğundan soyguncular, dolandırıcılar, sahtekarlar, yalancılar bu toz duman ve gürültü içinde mesleklerini ağız tadıyla icra ederlermiş.
Uzayda dünya denilen bir gezegen varmış.
Bu gezegende de Türkiye diye bir ülke, bu ülkede Marmara diye bir deniz ve bu denizde aynı adı taşıyan bir ada varmış.
Bu adanın Antik Çağ’a uzanan bir tarihi varmış. Adadaki ilk yerleşme Antik Çağda Miletoslularca kurulmuş. Bir deniz ticaret kolonisi olarak kurulan Prokonnesos kenti, adaya da adını vermiş. Bir çok kez yağmalanan Prokennesos, Roma Döneminde Hıristiyanların sürgün yeriymiş. Bizans Döneminde keşişlerin yerleştiği adaya, Osmanlı topraklarına katıldıktan sonra 15. yüzyıldan başlayarak Türkler de yerleştirilmiş. Ada halkının çoğunluğunu oluşturan Rumlar yüzyıllarca Türklerle yan yana yaşamışlar Günümüzde Roma, Bizans ve Osmanlı Dönemi tarihi eserleri adada kısmen duruyormuş. İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen bir çok mermer eser Roma ve Bizans Dönemlerinde adanın mermerleri ile yapılmış. Lozan Antlaşması'nın mübadele maddesi hükümleri uyarınca Rumlar Yunanistan'a gitmek zorunda kalınca, adaya özellikle Karadeniz Bölgesi'nden gelenler yerleştirilmiş.
Marmara’nın ortasındaki bu güzel adada son yıllarda neler oluyormuş neler.
Maydanozlu köfteler üsteki cümleye uyaklı oluyor ama adanın zeytini ve açması ünlüymüş.
Marmara Adasında dağlardaki boş araziler varmış
Bu boş araziler bir zenginimizin emrine verilmiş.
O zenginimizde büyük fedakarlıklarla kayalık dağları kazarak ve toprağı ıslah ettiğini söyleyerek çok sayıda ceviz ağacı ekmiş.
Bu cevizler meyve verince , para karşılığı insanlarımıza ''bir avuç iyi gelir '' diyerek tavsiye edilecekmiş.
Bu ara dağlar kazıldığı, toprak yumuşatıldığı için kuvvetli bir yağmurda Marmara Merkezini Ekim ayında korkunç bir sel basmış, dereler taşmış, dağlardaki taze kazılmış toprak heyelan halinde ilçedeki evlerin üzerine kaymış.
Bu yüzden zarara giren halkın zarar-ziyanı bu zenginimiz tarafından değil de Allah zeval vermesin,Yüce devletimizin cebinden ödenmiş.
Sonuçta halk eşyalarını yenilemiş olduğundan, bazıları keşke her yere bu ağaçlardan ekilse çok iyi olur diye düşünmeye başlamış
“Ceviz ağaçlarının sayısı da daha da arttırılsa ne iyi olur mu acaba” diye düşünceler havalarda uçuşmaya başlamış.
Marmara Türkiye’de bir deniz demiştik ya, deniz olduğuna çoktan pişmanmış.
Yıllarca kum kosterleri Marmara’nın dibini kazıyıp kum taşımışlar.
Marmara’nın incilerinden İmralı Adası eriye eriye küçülmüş.
Çıkmış bir geri zekalı sürüsü, lağım çukuruna dönmüş Haliç’in zehire dönüşmüş sularını kolektörlerle Marmara’nın dibine basacak düzenek kurmuşlar.
Bir zamanlar balık tarlası olan Marmara’nın balıklarını yok etmişler.
Her yandan piranhalar gibi saldırmışlar Marmara’ya, adalarına ve kıyılarına.
Her masalda bir kahraman vardır, birkaç tane de canavar, ejderdha, vampir falan.
Bizim masalımızda kahramanlar birkaç tane.
Ana kahraman, ya da asıl kahraman Marmara denizi, diğer kahramanlar adalar ve kıyılar.
Ya canavar ve ejderhalar?
Ek olarak da yamyamlar.
Yamyamlık insan yemekle sınırlı değildir.
En korkunç yamyamlık doğayı yok etmerktir.
Masal masal matitas. Bu dünyanın dibi tas.
Çukura düştü çıkamaz, pır pır eder uçamaz.
Parası olanlar ermiş muratlarına, biz çıkalım kavak ağacına.
Marmara Adası’ndaki yamyamlığı bildiren arkadaşa da selamlar..
|